Wednesday, March 30, 2011

Do It For Johnny!

You may wonder why I didn't write to the blog for such a longtime, well my idiot of a country's silliest court decided to ban blogger because some blogs make copyrights infringement. Anywho, all is past now and I'm baaaaaaccccccccckkkkk!

Bloguma kavuştum mu nedir, içimde bir sevinç, bir sevinç... Gerçi araya sansürler, dijiler girdi soğudum ama, ısınırım zağar dedim oturdum yazmaya.  



I watched 'Do it For Johnny' yesterday and I must say that it was the most entertaining, funniest film I watched for a long time. The film is a documentary of a couple of young indie filmmaker wannabes trying to reach Johnny Depp a script!


'Do it For Johnny!'yi dün izledim ve şunu söylemeliyim ki uzun zamandır izlediğim en eğlenceli, en ilginç belgesel ve filmdi. Filmimiz, tamamen bağımsız yani çulsuz sinemacı adayı bir grup gencin senaryolarını Johnny Depp'e ulaştırmaya çalışmalarını anlatan bir belgesel!



Great idea, isn't it? The film is also great, first the gang buys a torn away van (all the money comes from the director's fiancee's credit cards!) then they made Scott Baxendale do a special guitar for Johnny, put their script in the back of the guitar and go on a crazy road trip across U.S.A. It's known that Johnny is a sweet man out of complexes who respects indies, and a musician, plus the film is a biopic of Scott Baxendale's life, so they thought that if Johnny sees the script all will be well.


Süper fikir değil mi? Film de süper zaten, arkadaşlar önce bir kırık dökük karavan alıyorlar (para yönetmenin nişanlısının kredi kartlarından çıkıyor!) sonra Johnny için Scott Baxendale tarafından özel yaptırdıkları gitarın arkasına yapıştırdıkları senaryolarıyla düşüyorlar Amerika yollarına. Johnny bağımsız sinemaya saygı duyan kompleksiz bir adam malum, bir de müzisyen, zaten film de Scott Baxendale'in biyografisi, dolayısıyla düşünüyorlar ki "Johnny'e bunu bir versek tamamdır".


But how? First, as you may know, our little Johnny lives with her Vanessa Paradis and the children in the South of France and he's about to shoot 'The Pirates of Caribbean' 2 and 3. And of course Johnny is pretty hard to meet... They said that we can either reach Johnny from the company that represents him our the company he and his sister owns or through Robert Rodriguez. But, Rodriguez isn't a guy who hangs out in Starbucks on Sunset Boulevard either, he is indie all right, but a pretty known indie.

İyi de nasıl? Bir kere Johnny malum Vanessa Paradis ve çocuklarıyla Güney Fransa'da yaşıyor, bir de filmin çekildiği sırada 'Karayip Korsanları' 2 ve 3 çekilmek üzere. Bir de tabii Johnny epeyce ulaşılmaz bir adam... Diyorlar ki, Johnny'e biz ya onu temsil eden şirketten ulaşırız, ya kızkardeşiyle kurdukları şirketten, ya da bize etse etse Robert Rodriguez yardım eder. Lakin Robert Rodriguez de Sunset Boulevard'a elinde Starbucks kahvesi gezmiyor malum, bağımsız filan ama kelli felli adam oldu.


What happens, you say... 2,5 years and thousands of kilometers later, they finally found Johnny somewhere and gave him the guitar. Johnny is being his sweet sympathetic self as always, but he simply cannot accept a script that doesn't come from his agency. He told them to send it to the agency and that he'll tell them to accept it. The script is sent and the sister is talked with, but a year later, the script still doesn't reach Johnny. And the agency wrote a review about how a masterpiece the script is and how well the characters are and blah and blah and blah...


Sonuç derseniz, 2,5 yıl ve binlerce kilometre yol sonra, Johnny'i bir yerde yakalayıp gitarı eline veriyorlar. Johnny çok sempatik çok tatlı, amma, diyor ki ben ajansımdan gelmeyen hiç bir senaryoyu kabul edemiyorum, siz ajansı arayın ben onlara söylerim kabul ederler. Ajansa yolluyorlar, sonra kız kardeşiyle konuşuyorlar yine aradan geçiyor bir yıl, peki senaryo Johnny'e geçiyor mu? Hayır. Hem de ajans senaryo için başyapıt, şöyle güzel böyle inanılmaz diye rapor yazdığı halde.

At the end, the gang gives away on reaching Johnny and finished the documentary, in fact Johnny already hears somethings about the gang before he met them, but with Tim Burton and Disney in line, our gang doesn't stand a chance. If you ask what this experiment tells about indies, being outrageous is good and well but it cannot compete with a million dollars that big studios offer...


Sonunda ekip Johnny'e ulaşmaktan vazgeçip belgeseli bitiriyorlar, aslında daha gitar Johnny'e gelmeden Johnny'nin bundan az-çok haberi var ama Tim Burton, Disney dururken bizimkilere sıra gelmiyor işte. Bu filmden bağımsız filme dair ne çıkar derseniz, yırtık olmak iyidir güzeldir ama, o bile büyük stüdyoların vereceği 100.000.000 dolarla yarışamıyor diyorum.




By the way, the film's opening sequence is the best!


Bu arada filmin başlangıç jeneriği muhteşem?

For visuals and the original site go to: www.doitforjohnny.com


Görseller ve filmin resmi sitesi:  www.doitforjohnny.com

Wednesday, March 16, 2011

La-Edri Second Hand

La-Edri Second Hand, İstiklal'den Sıraserviler'e çıkarken Çukurluçeşme sokak üzerinde yeni keşfettiğim bir dükkan.



Bu dükkanı internette, dergide vs. görmemiştim, o yüzden ben yeni keşfettim, yoksa 1.5 yıldır açıklardır. Şunu söyleyebilirim ki, bugüne kadar İstanbul'da gördüğüm en düzenli ve temiz dükkan, ayrıca çok tatlı bir sahibesi var. Diğer bazı ikinci elciler kadar büyük olmasa da, çok düzenli, yani elbise bulmak için küf kokan sepetler, kutular karıştırmıyorsunuz.

Bu kırmızı ayakkabılarda da aklım kaldı, gidip alsam mı acaba?

Üstelik bu hafta, palto, ayakkabı dahil her şey sadece 5 liraymış. Ee ben de fırsatı kaçırmadım tabii, 3 süper elbiseyi dolabıma ekleyiverdim, şimdilik aldıklarımı kendime saklıyorum, siz de gidin siz de alın...



Adres tarifi vermek gerekirse, İstiklal Cad. Mis sokağın karşısındaki T-box'un sokağından gidip, sokak bitince sola doğru yürüyüp yine ilk sol sokağa, çukurluçeşme'ye girin, sokağın sonuna doğru La-Edri'yi göreceksiniz.


Görseller: La-Edri Second Hand Facebook

Friday, March 11, 2011

Kürk Mantolu Madonna-Alıntı



"...Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız?... Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin siz yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına bile varmadıkları bir nokta bana bu kadar ehemmiyetli görünüyor? Bunun üzerinde çok düşündüm. Acaba bende anormal bir taraf mı var, dedim. Hayır, bilakis, belki diğer kadınlardan daha normal olduğum için böyle düşünüyorum. Çünkü hayatım, sırf bir tesadüf eseri olarak, diğer kadınları mukadderatlarını tabii görmeye alıştıran tesirlerden uzak geçti. Babam, ben daha küçükken öldü. Evde annemle ikimiz kaldık. Annem, tabi olmaya, itaat etmeye alışmış olan kadınlığın adeta bir timsaliydi. Hayatta yalnız yürümek itiyadını kaybetmiş, daha doğrusu bu itiyadı asla kazanmamıştı. Yedi yaşında olduğum halde onu ben idare etmeye başladım. Ona ben metanet tavsiye ettim, akıl öğrettim, destek oldum. Böylece erkek tahakkümü görmeden, yani tabii olarak büyüdüm. Mektepte kız arkadaşlarımın miskinliği, emelleri beni daima tiksindirirdi. Hiçbir şeyi, kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal beni müthiş bir yalnızlığa mahkum etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de arkadaş olmadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca, müsavi kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakıyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar hodbin, kendini beğenmiş ve nahvetli (kibirli), fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları fark ettikten sonra erkekleri sahiden sevebilmem imkansızdı. En hoşuma giden ve birçok husularda bana yakın olan adamların bile, küçük vesilelerle, bu kurt dişlerini gösterdiklerini; her ikimize aynı derecede zevk veren beraberliklerden sonra, özür dilemeye, himaye etmeye çalışan, fakat aynı zamanda herhangi bir şekilde muzaffer olduğunu zanneden ahmakça bakışlarıyla yanıma sokulduklarını gördüm. Halbuki acınacak halde olarak onlardı. Hiçbir kadın, ihtiras halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz. Buna rağmen bu hallerini bir kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır... Aman yarabbi, insan deli olur..."

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, s. 99-100

Thursday, March 10, 2011

My Latest Discovery/ En Son Keşfim-ZAZ

My latest discovery of a wonderful voice thanks to the coolest friend list of mine on Facebook. I cannot believe how I could miss this one... Listen...

Facebook'taki müthiş arkadaş listemden inanılmaz bir paylaşım... Ben nasıl kaçırmışım bu kadını, ayıpladım kendimi. Dinleyiniz...







Musical Wednesdays- Müzikli Çarşambalar




Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Solist: Aylin Şengün

Sunday, March 6, 2011

I Hate It

Bu hafta hiç neler sevdiğimi yazasım yok, sevdiğim şeyler olsa da, bu hafta nelerden nefret ettiğimi yazacağım. Şu gözünü sevdiğimin ülkesinde nefret ettiğim çok şey var, ama işte ilk 5:

1. Bloguma Dokunma!


Evet, bu hafta en nefret ettiğimiz şey, tabii ki dici dici telif hakları derdine düştü diye Türkiye'de blogspot üzerinden tüm blogların suçlu gibi kapatılabilmesi oldu. İleri demokrasinin sınırlarını zorluyoruz vallahi...
Hala yapmayanlar şu facebook sayfasını beğenin lütfen!


2. Soğuklar


Tamam, bu devletle değil ülkenin konumuyla ilgili, ama bıktım kardeşim, bir de haftaya kar geliyormuş, gelsin bir o eksik! Kendimi şöyle deniz kenarında, üzerimde bikini, elimde kokteyl, yanımda bir yakışıklı  olarak görmek istiyorum artık, bıktım soğuk, git soğuk!




3. Sosyal Mecra Acemileri


Buradan sosyal mecralar moda oldu diye bu maceraya da adım atan Mehmet Ali Birand'a seslenmek istiyorum, geçmiş olsun da, bu kadar detaya girmeseydik babacığım, ben aramızdaki mesafeden memnundum oysa ki... Twitter'dan ishalim geçti filan yazmak nedir ya? İnsan da bundan sonra saygı mı kalır? Velhasıl, sosyal mecra adamı şah da eder maskara da, dikkat et Birand diyorum.



4. Tarihin Arka Odası


Bu kadar adam var dünyada, ama sanırım ben en çok Murat Bardakçı'ya gıcığım. O ne küçük dağları ben yarattımcılık, o ne ukalalık, o ne kendini beğenmişliktir yarabbim. Ama konumuz şimdi Tarihin Arka Odası'nın Cumartesi geceki bölümü (ya da ben Cumartesi gecesi gördüm, tekrarsa bilemiyorum), efendim tarihin en sevimsiz üçlüsü Türkiye'de atçılığın tarihi işleyecek diye stüdyoya at getiriyor. Bildiğin at yani, canlı canlı. Sonra Batu hanımcağızım stüdyoda ata biniyor, yetmiyor bir de okçuluk tarihi göstermek için üçlümüz okçuluk sergiliyorlar.

Sonra da çıkıp çıtı pıtı Batu kızımız marifetmiş gibi, stüdyo ışıklarından korkmasın diye atı sersemleştirdik diyor. İyi halt ettim Batu'cuğum, çok iyi halt ettin. Yani hasbinallah demekten başka bir şey diyemiyorum, ağzım bir karış açık kaldı.





5. "Hırsız ciğerini söküp almaya gelmişse ciğerine soracaksın ne suç işledin diye"


Bu da ne diyorsanız, bu Mehmet Ali Şahin'in bugün Ergenekon'dan göz altına alınan gazetecilerle ilgili ettiği kelam. Ülkemizin pek muhterem (?!) sağ kanat şairi Fazıl Hüsnü demişmiş. Bu nasıl bir mantıktır? Biri bana ait bir şey çaldığında suçlu ben mi oluyorum yani? 35 kişinin tecavüzüne uğrayan 12 yaşındaki kız da bu mantıkla suçlu bulundu herhalde, ülkem işte böyle güzel kafalarla dolu...




 Türkiye garip bir yer, çok garip bir yer....

Tuesday, March 1, 2011

Bloguma Dokunma!



Bir şirketin emriyle bütün bir blog sahasının kapatılabildiği sevgili ülkemizde sıra şimdi de blogspot'a gelmiş. Neymiş bir kaç blog maç linki koymuş, peki sevgili Digiturk ve berbat kararların birinci adresi pek muhterem Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi, benim sinema, edebiyat vs içerikli, ya da diğerlerinin moda içerikli bloglarının maç yayınıyla ilgisi ne?

Bu nasıl bir zihniyet ki, zaten insanların kendini ifade ettiği her yere düşman, nasıl kapatsam diye bakıyor, Digiturk şikayet etmiş iki blogu, hadi biz tüm blogları kapatalım yaklaşımına girebiliyor. Ben burada yazdığım her şey için sorumluluğumu kabul ederim, bir gün yasalar karşısına gelmem gerekirse gelirim, ama benimle hiç ilgisi olmayan bir konu yüzünden blogumu kapatmak kimsenin hakkı olamaz, devletin bile.

Çünkü devlet, önce vatandaşlarının özgürlüğü, ve yaşama hakkını korumakla yükümlüdür, diğer tüm yükümlülükler bu iki durumu sağlamak için vardır. Digiturk'un, ama bizim telif haklarımız yönünde kendini savunmaya çalışması da gereksiz ve yetersizdir, çünkü, her ne kadar ben anlamasam da, maç canlı izlenen bir şeydir, bloglar üzerinden maçları insanlar ancak kaçırmışlarsa izlerler, yani Digiturk çok büyük bir maduriyet yaşamaz. Blog üzerinden maç yayınlamak illegal midir, evet, ama Digiturk'ün madur ayaklarına yatması kimseye inandırıcı gelmez.

Bloglarımızı kapatacak mıyız? Hayır, yine DNS ayarlarıyla boğuşacağız, ve sevgili Digiturk, maç yayınlayan siteler de aynı şeyi yapacaklar. Dolayısıyla bize zorluk çıkarmaktan başka hiç bir işe yaramayan bu kararı kınıyoruz.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails