Monday, February 28, 2011

83rd Oscar Awards-The Winners

There was no surprise in the awards this year, I'm very glad that Nathalie Portman got the 'Best Actress' award, but I would love to see Helena Bonham Carter to also have one. Apparently the propaganda to eliminate 'The King's Speech's chance by accusing the film as a story of a anti-semitist king is failed. There are a lot of politics in the Academy Awards anyway, no need to add new-ones to the list.

Bu yıl ödüller çok sürpriz olmadı, Nathalie Portman'ın ödül aldığına çok sevinsem de, gönlüm Helena Bonham Carter'ı da görmek isterdi.  Dün NTV Oscar programında Mehmet Açar'ın söylediği, belirsiz bir kaynaktan Akademi üyelerine giden, 'The King's Speech'de Yahudi düşmanı bir kral anlatılıyor, film ise bu düşmanlığa hiç yer vermemiş yolundaki karalamanın da işe yaramadığını görmek sevindirici. Zaten Oscar'larda dönen bir sürü hesap var, yenilerini yaratmaya gerek yok bence.

This year, the most number of awards went to 'The King's Speech' and Inception with 4 awards each, 'The Social Network' ran second by 3 awards and 'The Fighter', 'Toy Story 3' and 'Alice in Wonderland' won 2 awards each. Now, let's look at who won:


Bu yıl dörter ödülle 'The King's Speech' ve 'Inception' en çok ödül alan filmler oldu. Onları ise, 3 ödülle 'The Social Network' ve ikişer ödülle 'The Fighter', 'Toy Story3' ve 'Alice in Wonderland' izledi. Gelelim bu yıl ki ödüllere:

Best Film/En İyi Film



The King's Speech

Directing /Yönetmen



Tom Hooper, The King's Speech


Actor In a Leading Role/ Erkek Oyuncu


Colin Firth, The King's Speech

Actor in a Supporting Role/ Yardımcı Erkek Oyuncu



Christian Bale, The Fighter

Actress in a Leading Role/  Kadın Oyuncu



Nathalie Portman, Black Swan

Actress in a Supporting Role/ Yardımcı Kadın Oyuncu



Melissa Leo, The Fighter

Animated Feature Film/ Animasyon Filmi


Toy Story 3

Art Director/ Sanat Yönetimi


Alice in Wonderland

Cinematography/ Sinematografi


Inception

Costume Design/ Kostüm


Alice in Wonderland

Documentary/Belgesel


Inside Job

Film Editing/ Kurgu


The Social Network

Foreign Language Film/ Yabancı Film


In a Better World

Visual Effects/ Görsel Efektler


Inception

Writing (Adopted Screenplay)/ Senaryo (Adaptasyon)


The Social Network

Writing/ Original Screenplay



The King's Speech



Oscars 2011-Red Carpet

Almost live from red carpet, let's see the best dressed of the Oscars...

Kırmızı halıdan neredeyse canlı yayında karşınızdayım sayın seyirciler. Hemen bakalım bu yılın göz alıcıları kimler?


Gwyneth Paltrow, Calvin Klein


Hilary Swank, Gucci Premiere Couture


Hale Berry, Marchesa


Amy Adams. L'Wren Scott


Anne Hathaway, With Valentino, in Valentino 


Hailee Steinfeld, Marchesa


Florence Welch, Valentino Couture


Mandy Moore, Monique L'Huillier


Mila Kunis, Elie Saab Haute Couture


Nathalie Portman, Rodarte


And of course, our dear Helena Bonham Carter

Favorite dressers: Hilary Swank, Mandy Moore and Gwyneth Paltrow, and favorites to win: Nathalie Portman and Helena Bonham Carter.

images taken from: just jared

Let's Learn About the Persian Cats




Kurdish Iranian Director Bahran Ghobadi'; 'Turtles Can Fly's director's film 'No one Knows About Persian Cats' is a semi-documentary fiction film about the underground music scene in Iran. 


'Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok' , 'Kaplumbağalar Uçar' filminin Kürt asıllı İranlı yönetmen Bahran Ghobadi'nin, İran underground müzik sahnesini izlediği kurgu/belgesel filmi. Geçen sene İstanbul Film Festivali'nde kaçırdığım bu filmi sonunda IF'te izledim.

At the beginning, the film states that it is fictionalized, but with some truth in it: "Based on real people, real events and locations". After this statement, we start following Ashkan and Negar, two young Indie rock musicians, trying to find band members along with fake passports and visas in order to leave Iran and perform in a festival in London. The film trows you in the young world of musicians and until the end, you stop questioning the realness of the film.

Film daha başında 'kurgusal' olduğunu bildiriyor: "Bu film, gerçek olaylar, kişiler ve mekanlara dayanmaktadır". Bu yazıdan sonra kendimizi Ashkan ve Nigar adlı iki genç müzisyenin çağrıldıkları Londra'daki indie rock festivalinde çıkabilmek için, arkalarında çalacak bir grup, ve yurtdışına çıkabilmek için sahte pasaportlar ve vizeler ayarlamaya çalışmalarını izliyoruz. Film, sizi anında bu gençlerin dünyasına sokuyor, öyle ki filmin sonuna kadar filmin belgesel mi kurgu mu olduğunu sorgulamıyorsunuz.


The actors plays themselves and a low-key camera direction follows simple acting, with this unusual re-animation method, the film portrays Iran's unknown underground music scene. It was directed in only 17 days, without permission from the government and almost all of the cast fled Iran right after the shoot, because they know they would be arrested otherwise.


Oyuncular kendilerini oynuyor ve sade oyunculukları gösterişsiz kamera yönetimi izliyor, bu çok kullanılmayan canlandırma yöntemiyle, film İran'ın bilinmeyen müzik dünyasını gözler önüne seriyor. Film 17 günde, izin alınmadan gizlice çekiliyor, ve çekimler bittiği anda filmin oyuncularının çoğu İran'ı terk ediyor, çünkü İran'da kalırlarsa tutuklanacakları kesin.


Interestingly, these youngster do not do a political or revolutionary music as expected, they just want to do the music they want. But Ahmedinejad finds this type of music as a western propaganda and dangerous for Islamic culture, this is why you can be arrested, not for recording an album or performing on a concert, but for rehearsing a song that is western. The result is a huge amount of illegal bands jamming in secret locations 4 levels underground, in a farm or on an unfinished instruction building. According to the film, today there is at least 300 bands in Iran who does Indie Rock. 


Şunu söylemek gerekir ki, bu gençlerin yaptığı müzikler hükümet karşı ya da isyankar değil, onlar sadece müzik yapmak istiyorlar. Ama Ahmedinecad yönetimine göre bu müzikler batılı ve gençleri batıya özendirip İslam değerlerinden uzaklaştırıyor. Bu yüzden İran'da bırakın albüm çıkarıp konser vermeyi, batı normunda bir müzik yapıp bunu bir yerde prova ederseniz yakalanıp hapis yatıyorsunuz. Sonuçta ise ortaya, yerin 3-4 kat altında, bir ahırda ya da inşaat tepesinde prova yapan ve yasadışı konserler veren gruplar çıkıyor. Filmde geçen bir bilgiye göre, bugün İran'da sadece indie türü müzik yapan 300'den fazla grup var!


In Iran, playing western instruments on t.v. or radio and performing as a female solo is band. If you're a woman and wants to perform, you need to find two other women to play with, for the reasons that is beyond me. In one of the most interesting scenes, in order to avoid the police, a heavy metal band jams in a farm. But the music is so noisy that the cows stopped eating and mows unhappily behind the band, around straws and a drum set. But Persian music created under these circumstances is a very powerful and an influential one. The band which suppose to oppress them makes them stronger.


İran'da televizyon ya da radyoda batı enstrümanları çalmak da, tek bir kadının şarkı söylemesi de yasak. Eğer bir kadınsanız ve şarkıcıysanız şarkı söyleyebilmek için iki kadın daha bulmanız gerekiyor. Bunun nedeni ise benim için anlaşılması imkansız. Filmin en güçlü sahnelerinden birinde, heavy metal grubunun polise yakalanmamak için, grup solistinin çiftliğinde prova yaptığı sahne. Müzik o kadar gürültülü ki, inekler süt vermekten kesilmiş ve samanlar arasındaki provanın arka planında mutsuz mutsuz mölüyorlar. Ama bu şartlarda ortaya çıkan İran müziği, bence Türk rock camiasından kat kat daha başarılı. Zorluklar onları yıldırmak yerine daha da başarılı hale getiriyorlar.

As Ashkan and Negar is trying to go to London, they met the most interesting character of the film, cinema and music enthusiastic, producer or agent wannabe Nadar. Nadar tries to hook them with fake passports and visas and took them in a musical journey in the back alleys of Tehran.


Ashkan ve Nigar Londra'ya gitmeye çalışırken, filmin en keyifli karakteri, sinema ve müzik tutkunu prodüktör ya da menajer diyebileceğimiz Nadar'la tanışıyorlar. Nadar bir yandan onlara sahte pasaport ve vize ayarlamaya çalışırken, diğer yandan da bir grup kurmaları için, onları İran'ın arka sokaklarında bir müzik yolculuğuna çıkarıyor.


'No one Knows About Persian Cats' is not only a film which opens the closed doors of Persian underground music, but it's also a fantastic musical film. The bands that Askhan and Negar meet with, plays from jazz and blues, to rock, rap and even heavy metal and their music mixing with the living texture of Tehran. This the reason behind its success as a musical film.


'Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok' sadece bize gizli bir dünyanın kapılarını açan bir film değil, aynı zamanda çok keyifli bir müzik filmi. Ashkan ve Nigar'ın müzik yolculuğunda karşılaştıkları gruplar, jazz, blues, rock, rap hatta heavy metal yapıyorlar ve müzikleri İran'ın dokusuna karışan bir kurguyla film boyunca izleyicilere sunuluyor. Uzun süredir izlediğim en iyi müzik filmi olmasının nedeni de bu.

The movie is about oppressions and bans, but aside from its end is a hopeful and happy film. The end is designed to trow the audience to a wall, with the reality call for these hopeful and visionary youngsters, the ending forces the audience to raise their voice about the current situation in Iran.


Film, baskılar ve yasaklarla ilgili, ama sonu dışında umutlu ve mutlu bir film. Sonu ise seyirciyi duvardan duvara vuruyor, bütün o umutlu ve hayalperest gençlerin gerçeğe dönüşüyle bizi de İran'daki mevcut durum hakkında ses çıkartmaya zorluyor.

The happy news is that after the award 'Un Certain Regard' that the film won at the Cannes, the lead actors Ashkan and Negar found asylum in England. The remaining cast cannot also return to Iran, as the drummer who returned to Iran for family matters got battered and arrested by the police for appearing in the film. At the end, the film is very hopeful as it shows us a different kind of Persian young that most beliefs. Now, let's tune to the soundtrack of the film, see if you agree with me...


Mutlu bir haber ise, film Cannes Film Festivali'nde 'Un Certain Regard' ödülünü aldıktan sonra filmin başrol oyuncuları Ashkan ve Nigar'ın İngiltere'de mülteci hakkı kazanması. Filmin geri kalan oyuncuları ise İran'a geri dönemiyorlar, çünkü grubun davulcusu bir aile sorunu yüzünden İran'a geri dönünce polisler tarafından tartaklanıp tutuklanmış. Yine de film, gösterdiği İran gençliğiyle umutlu bir film ve özellikle bu kadar yakınımızda yaşananlardan haberdar olmamız için izlenmesi gerek! Şimdi filmdeki grupların müziklerini dinleyelim, bakalım bana hak verecek misiniz?

















Sunday, February 27, 2011

I ♥ It Sundays

1. I  Hot


I'm frozen over here, so I love everything hot, hot coffee, hot chocolate, fireplaces, lying in bed with my hot cat, lying in bed reading, lying in bed in general...


Ruhumun bile donduğu bu günlerde, sıcak olan her şeyi seviyorum, sıcak kahve, sıcak çikolata, şömine (evimde olduğundan değil de), sıcak kedimle sıcak yatağımda yatmak, sıcak yatağımda yatıp kitap okumak, yani genelde sıcak yatağımda yatmak...


2. I Layering


In these cold days, the only thing I can do is to layer over layer over layer....


Bu dondurucu günlerde, soğuktan korunmanın tek yolu, kat üstüne kat üstüne kat üstüne kat giyinmek...


3. I Chestnuts


One of the rare things I love about chestnuts: roasted chestnuts, chestnut desserts, chestnut candy...


Kışın bize sunduğu nadir güzel şeylerden biri, kestane: kızarmış kestane, kestaneli tatlılar, kestane şekeri, hele de çikolatalı kestane şekeri...


4. I Persian Cats


'No one Knows About Persian Cats' is a movie by Bahman Ghobadi that I watched yesterday in a film festival. I will tell about the film later, but let me tell you this, young Persian musicians rock!


'Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok' dün IF'te izlediğim bir film. Filmden daha sonra bahsedeceğim, ama İranlı genç müzisyenler muhteşemler!


5. I Heels


Like every women, I'm in love with heels, my feet often aren't, but I cannot help it...


Her ne kadar ayaklarım benimle aynı fikirde olmasa da topuklulara bayılıyorum...


all images via weheartit

Wednesday, February 23, 2011

Too Much Pussy




It's time of the 'IF Istanbul' film festival again, and I'm starting my reviews with 'Too Much Pussy! Feminist Sluts, a Queer X Show'. First of all, let me say that, even though IF screened some courageous films before, but this was by far the most outrageous film I ever saw on IF, and on any film festival for that matter. The film's genre is docuporno, meaning its porn with a documentary technique. Some of the festival-goers for some reason had to leave the film at the first five minutes, but those of us remaining saw a post-feminist film that we never saw anything like before.

İf İstanbul filmlerine 'Too Much Pussy! Feminist Sluts, a Queer X Show'la başlıyorum. Türkçe'ye hafifletilerek 'Kevaşeler Sahnede' olarak çevrilmiş. If'de özellikle gökkuşağı bölümünde ne kadar cesur film gösterilmişse de, bu film sanırım IF tarihin en cesur filmlerinden. Zaten docuporno olarak tanımlanıyor, yani belgesel tekniğinde bildiğimiz porno. Öncelikle, çok sinir olduğum festivale kitapçığı okumaya gerek duymadan rastgele bilet alan entel grubundan öcümü aldığı için bu filme çok teşekkür etmeliyim. Zira filmin ilk 5 dakikasında bu entel-dantel takımı grup halinde salonu terk etti. Bir kısmı biraz daha bekleyip, ortasında dayanamayıp çıktı, biz kalanlarla güzel bir film izlemiş olduk.



Emilie Jouvet, the director is in fact a porn director. Her first film Pour une Nuit/One Night Stand was a big hit in feminist porn scene (yes, they have a scene, really). The main idea behind feminist porn is to portray female sexuality from women's eye, so instead of male fantasies, women in these movies have sex the way they want to have. In Too Much Pussy, we are following the European tour of Queer X Show, a show group realized by Wendy Delorme, Judy Minx, Madison Young, Sadie Lune, Mad Kate and DJ Metzgerei and with shows of burlesque, peep-show, striptease and avant-garde theater. 

Filmin yönetmeni Emilie Jouvet zaten bir porno yönetmeni. İlk filmi Pour Une Nuit/One Night Stand'le feminist porno sahnesine bomba gibi düşmüş. Feminist pornoda ana fikir, kadın cinselliğinin erkek gözünden değil kadının istediği gibi sergilenmesi, yani gerçeği yansıtmayan erkek fantazileri yerine, bu filmlerde kadınlar kendi istedikleri gibi sevişiyorlar. Too Much Pussy ise Wendy Delorme, Judy Minx, Madison Young, Sadie Lune, Mad Kate and DJ Metzgerei'dan oluşan Queer X Show'un burlesque, peep-show, striptizle avangard tiyatro karışımı gösterileriyle çıktıkları mini Avrupa turunu izliyor.



When you watched the movie or read about it, you'll see that these women call themselves as "sex-positive feminists", "pro-sex feminists" or "sex-radical feminists". Sex-positive feminism is a movement started in the 80's as a response to mainstream feminism which condemns the porn industry. Sex-positive feminists defends the female sexual freedom and see the mainstream feminists' view on porn as another limitation to female sexuality.

Filmi izlediğinizde ya da hakkında bir şey okuduğunuzda bu kadınların kendilerini "seks-pozitif feminist" olarak tanımladığı göreceksiniz. Seks-pozitif feminizm; 'sex-positive feminism', 'pro-sex feminism' sex-radical feminism' gibi adlarla da anılıyor. Ana hatlarıyla, halk arasında 'kızgın feminist' olarak bilinen ve pornoya savaş açan ana feminist akıma tepki olarak 80'lerde oluşmuş bir akım. Seks-pozitif feministler, esasında tüm kadınların cinsel özgürlüğünü savunuyorlar ve bazı feministlerin kadın pornoculara bakışını, bir başka sınırlama olarak görüp buna karşı koyuyorlar.



The women of Queer X Show states that different kind of pleasures exist in sexuality and that the female body, sexuality and fantasies are nothing to be ashamed of. The feminist and queer theory in the film is only given naturally by talks between and my favorite comment came from Judy Minx about post-porn; "You can't masturbate with post-porn, how come something you can't masturbate with can be porn".

Queer X Show'un kadınları gösterilerinde cinsellikte farklı tür doyumların olduğunu, kadın vücudu, cinselliği ve fantazilerinin utanılacak bir yanı olmadığı, kısacası seksin çok da öyle önemli bir şey olmadığını gösteriyorlar. Filmde feminist ve queer teoride son derece doğal bir şekilde, aradaki konuşmalarda veriliyor sadece, özellikle Judy Minx'in post-porno hakkındaki "post-pornoyla mastürbasyon yapamıyorsun ki, mastürbasyon yapamadığın şey nasıl porno olur?" yorumuna bayılıyorum.


But we can also say similar things about this film too. The film is not your typical festival film for the Turkish audience, but I guess it's not also the regular porn junkie's first choice. The harsh tone of the film and the confident women that we don't normally see on porn will kill the fun for those porn junkies.

Ama bu film için de benzer şeyler söylenebilir. Bu film klasik festival izleyicisine hitap etmediği gibi, bence klasik porno izleyicisinin de  tercihi olmayacaktır diye tahmin ediyorum. Filmin sert tonu ve kadınların, özellikle pornoda alışık olmadığımız kendinden emin güçlü kişilikleri, sanırım bu sıradan porno izleyicisi için olayı bitirecektir diye tahmin ediyorum.


Another advantage the film present is for us to see an environment and group of people unknown for most. That's why Too Much Pussy is a good documentary. And I finally answer the question on how men watch porn on a crowded movie theater, it's a bit weird, let me tell you...

Filmin diğer bir yanı ise, çoğumuzun hiç yaşamadığı ve tanımadığı çevre ve insanların hayatlarına bir şekilde dahil olmamızı sağlaması. İşte bu yüzden 'Too Much Pussy' çok iyi bir belgesel ve izlenmesi gerekiyor. Hep erkekler topluca sinemada nasıl porno seyrediyorlar diye merak ederdim, bu merakımı da gidermiş oldum.


Photos taken from/Fotoğraflar

Monday, February 21, 2011

I ♥ It Sundays (Monday Edition)

Bu hafta İF'in de başlamasıyla dolu dolu geçti, sevecek şeyler de birikti. İşte bu hafta sevdiğim 5 şey:


1. I ♥ Guys with Cameras/ Kameralı Erkekler




I don't know which one is hotter, guys with cameras or guys with cats? Let's enjoy ourselves this week, and enjoy this cuties!


Hangisi daha seksi karar veremiyorum, kameralı erkekler mi, kedili erkekler mi? Hadi bu hafta gözümüz gönlümüz açılsın!


2. I ♥ Guys with Cats






The first guy on the top-left is Ian Somerhalder from the Vampire Diaries. Isn't he cute?


En üst soldaki adamımız The Vampire Diaries'den Ian Soemrhalder, yakışıklı değil mi?


3. I ♥ Swan Lake/ Kuğu Gölü






Actually, I wasn't a fan of the Swan Lake earlier, but after listening to the concert of Moscow Tchaikovsky Symphony Orchestra, and watching 'Black Swan' last week on the film festival, I completely changed my mind. Now if I can catch St. Petersburg on Ice's Swan Lake performance, all will be complete...


Aslında ben eskiden Kuğu Gölü'nü sevmezdim, ama geçen sene gittiğim Moskova Tchaikovsky Senfoni Orkestrası konseri, ve bu hafta festivalde izlediğim 'Black Swan'dan sonra görüşüm tamamen değişti. Şimdi bir de St. Petersburg Buz Balesi'nin Kuğu Gölü'ne gidebilirsem, değmeyin keyfime...


4. I Russia/ Rusya




Actually, I wasn't very fond of Russia either, but lately with reading Anna Karenina and Swan Lake, I fell in love with Russia...
Aslında ben Rusya'yı da pek sevmezdim, ama bu aralar hem Anna Karenina, hem Kuğu Gölü, bende bir Rusya aşkı doğurdu...


5. I ♥ Jelly Beans




Yummy!


Hastasıyım bunların!


Visuals/Görseller: weheartit

Tuesday, February 15, 2011

Mart Sanatsal Aktivite Önerileri

İF Film Festivali'nin ardından kendime yine çeşitli sanatsal aktiviteler planlamaktayım. Mart ayında ilgimi çeken özellikle 2 etkinliği size de söyleyeyim, siz de gidin istedim.


İlki St. Petersburg Buz Balesi, dünyanın ilk ve tek buz balesi topluluğu St. Petersburg, tiyatro sahnesine kurdukları buz pisti üstünde bale yapıyor, yani artistik buz pateni değil, bildiğimiz dekor ve kostümlerle, bildiğimiz klasik bale. Üstelik Rus Balesi'nin önemli isimleri koreograf, sanat yönetmeni ve dansçı olarak bünyesinde bulunduruyor. İstanbul'da 1-6 Mart arası Kuğu Gölü ve Sindrella performansları TİM Show center'da sergileyecekler. Gerçi ben repertuarlarından Fındıkkıran ya da Romeo ve Juliet'i izlemeyi tercih ederdim, ama Kuğu Gölü'nü de kaçırmaya hiç niyetim yok. Üstelik bilet fiyatları da makul, ilk kategori 90, 2. kategori 75, 3. kategori 60 ve 4. kategori 40 TL....









İkinci etkinliğimiz ise, Melihat Gülses: Semai Kahvehanesi. Osmanlı ve Cumhuriyet'in ilk dönemlerinin önemli ramazan etkinliklerinden biri olan semai kahvehaneleri, İstanbul türküleri ve İstanbul'a özgü Türk Sanat Müziği'nin yaşatıldığı yerlerdi. Konser ilanındaki "icranın otantizmini hiç bozmadan" sunulacak lafı da ben de beklentilere yol açıyor. 19 Mart'da Cemal Reşit Rey'deki konserin biletleri çok uygun, 1. kategori 28.50, 2. kategori 20, 3. kategori 17 ve 4. kategori 12 TL. Eğer Melihat Gülses'in güzel sesinden bir haberseniz, alttaki videoları dinlemeden geçmeyiniz, yok eğer Gülses'i tanıyorsanız, zaten dinlemeden edemezsiniz, eminim. Benden söylemesi, beyaz köpükler kaçmaz!







LinkWithin

Related Posts with Thumbnails