Bugün 'Müzikli Çarşambalar'da bu sıralar en sevdiğim şarkı var. Melihat Gürses zaten bu dönemin Türk Sanat Müziği'nde en iyi sesi, İncesaz ise hem çok yenilikçi, hem nostaljik, kendilerine bayılıyorum. Bir de şarkı Üsküp'den olunca (belki bilmezsiniz, bizim aile Manastır göçmeni, Manastır da o zamanlar Üsküp'ün ilçesi) beni herhalde kan çekiyor. Ne zaman bu şarkıyı dinlesem, rahatlıyorumi hayallere dalıyorum.... Tam bu yağmurlu günlük, siz de dinleyin, mutlu olun.
This week's 'Musical Wednesday's song is my favorite. The singer is the most important singer of Turkish Art Music nowadays and has an eerie voice, the band is both innovative in the Turkish Art Music area (which is the fundamental musical genre and school of the Ottoman music) and nostalgical. And the song is called "Skopje Love Song" and my father's family is from Bitola which is a town in Skopje (Skopje is in Macedonia now and my father's family came to Turkey in the 1950's, so it's almost my father's hometown), so the song is very special to me. Whenever I listen to it, I relax and day-dream a little bit and it makes me happy no matter what.... So, listen and be happy!
MELİHAT GÜLSES - Üsküp Sevda Şarkısı
Yükleyen hasankefeli. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.
Wednesday, July 21, 2010
Engelliler için otobüs varmış
Engelliler için özel otobüs olduğu efsanesini daha önce duymuş, ama kendilerine hiç rast gelmemiştim. Dün akşam ilk defa bir tanesine bindim. 12 Kadıköy-Üsküdar hattı ne zaman gelecek diye ömür tüketirken, bir baktım karşıdan böyle tuhaf yeşil bir otobüs geliyor, bizim İETT otobüsleri gibi değil pek, daha çok şehirlerarası otobüsün minyatür boyu gibi. "Allah allah" dedim, sonra otobüs durdu ve sağa doğru eğildi, ben tabii "hayırdır işallah" dedim içimden, meğerse o bir engelli otobüsüymüş. Durduğunda otomatik olarak yana eğilip kaldırım hizasına geliyor, engelliler de rahatça inebiliyor, hiç merdiveni de yok. Benim için en önemlisi de klima sistemi müthiş.
Şimdi şöyle bir sahne getirin aklınıza, yer: Üsküdar otobüs durakları, vakit: akşam 7.30-8.00, yani kalabalığın en yoğun olduğu zaman. Tuhaf yeşil bir otobüs geliyor, duruyor ve sağa doğru yatmaya başlıyor. Otobüs zaten bizim İETT otobüslerine kıyasla otobüs değil, jet gibi gözüküyor. Halkın ilgisi yoğun tabii. Ben bindim, oturdum cam kenarına, millet ağzı açık otobüse bakıyor, bir kaç meraklı, bindi inceledi filan. Bayağı bir şamata yani. Otobüs geri kalkıp normal yüksekliğine geldi ve yola çıktık. Kaptan şoförümüz konuşuyor (Gerçekten!): "İyi günler sevgili yolcular, şu anda bindiğiniz otobüs bir engelli otobüsü, hiç merdiveni yok, durduğunda otomatik olarak sağa yatıp kaldırımla aynı seviye geliyor.... -falan filan, uzundu bayağı bu konuşma- Bugün bu otobüsün ilk günü, eğer yasa geçerse 1500 tane daha alınacak, lütfen İETT'nin sitesine girip fikirlerinizi yazın..." Şoför bir gururlu, bir gururlu, sanki otobüsü kendi yapmış. Bu arada yurdum insanı fikirlerini yazmak yerine otobüste söylemeye karar verdi, şamata devam ediyor yani. Yanaştığımız her durakta insanlar zaman makinesi görmüş gibi şaşkın şaşkın bakıyor, yolda otobüsü birbirlerine elle gösteriyorlar. (Üsküdar'a teknoloji geldi, ey teknoloji sen nelere kadirsin!). Velhasıl hayatımın en ilginç şehir içi otobüs yolculuğu oldu.
Bu kısmı geyik, yalnız sonunda engelliler için bir şeyler yapılmasına çok sevindim. Bu şehirde engelli olarak yaşamak, yaşayamamak demek çünkü, yollar, kaldırımlar..... Geç de olsa bir şeylerin olması sevindirici. Ama yeterli mi, işte ondan hiç emin değilim.
Not: Bu sabah yine o otobüse bindim, inerken şoför "Muhterem yolcular, hepinizin günü aydın olsun" dedi, acayip bir şoför, belgeselini mi yapsam?
Bu kısmı geyik, yalnız sonunda engelliler için bir şeyler yapılmasına çok sevindim. Bu şehirde engelli olarak yaşamak, yaşayamamak demek çünkü, yollar, kaldırımlar..... Geç de olsa bir şeylerin olması sevindirici. Ama yeterli mi, işte ondan hiç emin değilim.
Not: Bu sabah yine o otobüse bindim, inerken şoför "Muhterem yolcular, hepinizin günü aydın olsun" dedi, acayip bir şoför, belgeselini mi yapsam?
Saturday, July 17, 2010
Wednesday, July 14, 2010
Musical Wednesdays/Müzikli Çarşambalar- Goran Bregovic
Sonunda blog'uma bir şey yazabiliyorum. Queen Margot filminin soundtrack'i Goran Bregovic'den gelsin bizi sakinleştirsin...
Finally, I can write something in my blog. Queen Margot's soundtrack by Goran Bregovic will surely soothe and relax us.....
Finally, I can write something in my blog. Queen Margot's soundtrack by Goran Bregovic will surely soothe and relax us.....
Tuesday, July 6, 2010
Özür ve Gözünüz Gönlünüz Açılsın/My Apologies and Let Your Eyes Feast
Geçen hafta blog'a hiç bir şey yazamamış olmak beni çok üzdü, ama işten eve 9.30 10 gibi gelince insanın içinde pek bir şey yazma isteği olmuyor, bu da Ağustos sonuna kadar böyle gidecek gibi, blog yazarlığına neredeyse bir profesyonel gibi yaklaştığım için üzülüyorum, ama yapabilecek pek bir şeyim yok.
I'm sad about not being able to write a single thing on the blog last week, but since I'm coming home from work around 9.30 10 p.m. I cannot find the will to write in me, and it seems like this will continue like that until the end of August. I'm sad because I see blog writing almost as a professional thing, but there is not much I can do.
Bilmeyenler için 3 hafta önce bir uzun metraj belgesel ekibine girdim, saatleri belirsiz ve haftanın yedi günü iş, dolayısıyla eve pillerim tamamen bitmiş dönüyorum desem yeridir.
If you don't know, I started to work in a feature documentary film three weeks ago, the working hours are undefined and I work 7 days a week, so I mostly go to sleep when I come home.
Özür faslını geçtikten sonra, sizi Nick Cave'in mankenlik yapmaya başlayan oğlu Jethro'yla tanıştırmak istiyorum, gözümüz gönlümüz açılsın diye...
After my apologies, I present you Jethro Cave, Nick Cave's son who started modelling:
I'm sad about not being able to write a single thing on the blog last week, but since I'm coming home from work around 9.30 10 p.m. I cannot find the will to write in me, and it seems like this will continue like that until the end of August. I'm sad because I see blog writing almost as a professional thing, but there is not much I can do.
Bilmeyenler için 3 hafta önce bir uzun metraj belgesel ekibine girdim, saatleri belirsiz ve haftanın yedi günü iş, dolayısıyla eve pillerim tamamen bitmiş dönüyorum desem yeridir.
If you don't know, I started to work in a feature documentary film three weeks ago, the working hours are undefined and I work 7 days a week, so I mostly go to sleep when I come home.
Özür faslını geçtikten sonra, sizi Nick Cave'in mankenlik yapmaya başlayan oğlu Jethro'yla tanıştırmak istiyorum, gözümüz gönlümüz açılsın diye...
After my apologies, I present you Jethro Cave, Nick Cave's son who started modelling:
Subscribe to:
Posts (Atom)