I'm crazy about this song from the first time I heard it on Glee. But I love the Glee version better, this bad-boy St. James can sure sing!
Bu şarkının Glee'de izlediğimden beri hastasıyım. O yüzden bu hafta 'Müzikli Çarşambalar'da Adele-Rolling in Deep şöleni var. Ama ben Glee'nin versiyonunu daha çok sevdim, St. James piçi çok güzel şarkı söylüyor!
Wednesday, May 25, 2011
Tuesday, May 24, 2011
Türkiye'de İngilizce Kitap Alma Rehberi
Uzun sayılacak bir uğraştan sonra Mülksüzler'in ingilizcesini bulup alınca, benim gibi ingilizce kitap arayanlara yardımcı olacak bir liste hazırlayayım dedim. Aslında internetten kitap alışverişi yapmayı sevmiyorum, bir kitap almadan önce kitapları ellemek, kurcalamak, kokularını duymak hoşuma gidiyor, ama üşengeç olduğumda internetten de sipariş veriyorum. Sonuçta bu listenin yararlı olacağını umuyorum, belki birileri de listeye katkı yapar, ben de yeni bir yer öğrenmiş olurum...
1. Robinson Crusoe
1. Robinson Crusoe
Robinson Crusoe, mabetim... Daha önce de bahsettiğim gibi öldüğümde gömülmek istediğim yer burası işte! İstiklal Caddesinde, Galatasaray Lisesi'nin yakınında koyu ahşap ve cam girişi, yüksek tavanı ve tavana kadar kitaplarıyla bir kitap cennetidir Robinson. Her zaman aradığım kitabı bulamasam da ilk baktığım her Robinson'dur, ayrıca internetten de aradığınız kitabı sipariş edebilir, kitap yoksa da yurtdışından sipariş edebilirsiniz. İnternetten verdiğim siparişi 1 günden kısa bir sürede getirmesiyle de kalbime taht kurmuştur.
2. Pandora Kitabevi
Yine İstiklal Caddesi üzerindeki Pandora, geçen sene asıl yerinin karşısına açtığı İngilizce kitaplar satan dükkanıyla listenin ikinci sırasına yükseldi. Robinson kadar olmasa da keyifli bir kitabevi. Bir kere içine girince kırtasiye/cd/film/oyuncak değil kitap görüp, kitapların havasını soluyacağınız nadir kalan kitabevlerinden. İngilizce kitap seçkisi hiç fena değil, yine olmayanları yurtdışından getirtme olasılığınız da var. İnternet üzerinden de sipariş verilebiliyor. Ben sonunda üstte belirtilen Mülksüzler'i burada buldum, kargo ise 2. günün sabahı geldi, yani gayet hızlı diyebilirim, üstelik motorlu kuryeyle hızlı teslimat seçeneği de var...
3. Remzi Kitabevi-Suadiye
Remzi'nin diğer yerlerine gitmeyeli uzun zaman oldu, o yüzden onları bilemiyorum ama Suadiye'deki mağazada, özellikle yeni popüler kitapları İngilizce olarak bulmanız oldukça olası. Vampir kitapları koleksiyonu ise tek kelimeyl muhteşem, benim Türkiye'de Southern Vampires'ı bulabildiğim iki yerden biri olduğu için sıkça uğruyorum (malum kadın her yıl yeni bir tane yazıyor). Yıllar önce bana hiçbir yerde bulamadığım Cyrano de Bergerac'ı buldukları ve Harry Potter'ın kitaplarını erken getirip rezervasyon aldıkları için zaten sevdiğim bir yerdi Remzi, şimdi daha da bir çok seviyorum. Ama maalesef internetten alışveriş yapılamıyor.
4. Ada Kültür- Kadıköy
Rıhtımdaki Seyhan Müzik'in yerine bir yıl kadar önce açılan Ada Kültür'e önce sadece dolmuşlara yakın diye girdim, ama en sevdiğim kitabevlerinden biri oldu. Kitapların yanısıra DVD koleksiyonu da keyifli, ve eskiden 30-40 tane olan ingilizce kitaplar son aylarda bayapı büyüdü ve Susan Sontag'ın 'On Photography'si gibi çok keyifli kitaplar bulmak mümkün. Ayrıca son gidişimde eski ciltli Fransızca sahaf kitaplar da olduğunu gördüm. İnternette izleri yok, yalnız yolunuz Kadıköy'e düşerse uğramanızda fayda var diyorum. Ayrıca çok keyifli müzikler çalarak da beni benden alan bir yer...
5. D&R-Suadiye
Esasında D&R'ı içinde kitaptan çok her şey olan kitapçılar sınıfında bir zincir kitapçı olduğu için pek sevmem, ama Southern Vampires'ı bulabildiğim 2. yer burası olduğu için zaman zaman uğruyorum. İngilizce kitapları fena olmasa da bence çok yeterli değil. İnternetten sipariş mevcut, ama kargonun size ulaşması bir haftayı bulabiliyor.
6. Homer Kitabevi
Asıl olarak ingilizce arkeoloji ve sanat tarihi satmak amacıyla açılan Homer, edebiyat kitapları alanında çok zengin içeriğe sahip değil ama sosyal bilimler konusunda bir kitap arıyorsanız ilk bakmanız gereken yer. Galatasaray'daki yerine hiç girmesem de Bilgi Üniversitesi'ndeki yerleri küçük olsa da keyifli kitaplara sahip bir yerdir. Yine internetten sipariş seçeneği mevcut, ama bir şey almadığım için bir yorumda bulunamıyorum.
Geri Kalanı
Ayrı bir başlık açmaya gerek duymadığım yerler, klasik eserlerin Wordsworth ya da Penguin baskılarını ucuz fiyata satan, ancak pek fazla seçenek tutmayan yerler; Kabalcı Kitabevi, Alkım Kitabevi ve Kadıköy'deki Penguen Kitabevi (Penguen bu arada en sevdiğim kitapçılardan biridir). Penguen'e uğrarsanız İngiliz klasik yazarların tüm eserleri kitaplarını (yaklaşık 5 kilo ağırlığında oluyorlar) 25 tl'ye alabilirsiniz, benden söylemesi. Ben Jane Austen ve Virginia Woolf'umu çoktan aldım, geri kalanlara da bir el atmak niyetindeyim.
Son Çare:
Aradığınız kitap bu yerlerden hiçbirinde yoksa, yurtdışından almak zorundasınız demektir. Bu da biraz fazla teslimat parası ödemek ve 4-5 hafta beklemek anlamına geliyor. Ama eğer bunlardan yılmayacaksanız benim tavsiyem Amazon yerine Ebay'e bakmanız. Çünkü Amazon her siparişte fiks bir 5 dolar teslimat masrafı alıp sonra onun üzerine her kitap için ayrı teslimat ücreti istiyor yani biraz pahalıya geliyor. Tabii Ebay'den almak sanal satıcılardan almak demek, yani biraz riski var, ama ben bugüne kadar Ebay'le hiçbir sorun yaşamadım. Üstelik ikinci el almak sizin için sorun değilse, oldukça ucuza aradığınız kitabı bulabiliyorsunuz. Eğer Amerikan sitesine değil İngiliz sitesine bakarsanız, hem teslimat daha hızlı olur hem de teslimata daha az para ödersiniz.
Friday, May 20, 2011
Wednesday, May 18, 2011
Postacı Kapıyı İki Kere Çalar
Bilenler bilir, çocukluğumdan beri mektup arkadaşlarım vardır ve içimde yaşayan 90 yaşında teyzenin de yüzünden hala elle yazılmış mektup gönderir alırım. Mektup kağıtları, zarf, pul, postane bunlar benim hayatımın önemli bir yerindedir.
Bir de postacılar tabii, hele bizim mahallenin postacısı! Taşındığımdan beri gelen fazlaca mektup/paket sayısından artık akraba gibiyim, adres yanlış da yazılsa o mektubumu bana ulaştırır. Hatta beni o kadar iyi tanıyor ki, geç kaklktığımı bildiğinden zile uyanayım diye 10 kere basar, önemli bir zarf varsa yukarı kadar çıkarır (üstelik bunu eski evdeki postacı gibi bahşiş almak için yapmaz). Leo'yu ismiyle tanır, her gelişinde okşar...
Mektupların sıkça kaybolduğu bir ülkede, üstelik benim gibi mektup/kartpostal almanın gününü güzelleştirdiği insana böyle bir postacı düşmesini hayatın küçük bir güzelliği olarak değerlendirip buradan kendini anmak istedim...
Bir de postacılar tabii, hele bizim mahallenin postacısı! Taşındığımdan beri gelen fazlaca mektup/paket sayısından artık akraba gibiyim, adres yanlış da yazılsa o mektubumu bana ulaştırır. Hatta beni o kadar iyi tanıyor ki, geç kaklktığımı bildiğinden zile uyanayım diye 10 kere basar, önemli bir zarf varsa yukarı kadar çıkarır (üstelik bunu eski evdeki postacı gibi bahşiş almak için yapmaz). Leo'yu ismiyle tanır, her gelişinde okşar...
Mektupların sıkça kaybolduğu bir ülkede, üstelik benim gibi mektup/kartpostal almanın gününü güzelleştirdiği insana böyle bir postacı düşmesini hayatın küçük bir güzelliği olarak değerlendirip buradan kendini anmak istedim...
Wednesday, May 11, 2011
Musical Wednesdays- Müzikli Çarşambalar-Armenian Folk Music
I keep listening more and more Armenian music, especially songs by Sayat Nova over the past few years. Qani Vur Djan İm also has a special meaning for me, as I listened to it years ago in a concert...
Ermeni halk müziği ve özellikle de Sayat Nova'nın besteleri ve duduk gittikçe daha çok dinlemeye başladığım bir müzik türü. Özellikle de Kani Vur Can İm'i 5 sene önce Kardeş Türküler, Sayat Nova Korosu ve Ruhi Su Dostlar korosunun konserinde dinlediğimden beri vazgeçemediğim bir parça...
One of my friends translated the lyrics for me some years ago, but unfortunately I cannot remember it, so we have to do with the Armenian version right now, maybe someone will translate it for us...
Zamanında bir arkadaşım sözlerini çevirmişti, ama maalesef hatırlayamıyorum, o yüzden Ermenice sözleri yazmakla yetiniyorum, belki biri bizim için çevirir...
Ermeni halk müziği ve özellikle de Sayat Nova'nın besteleri ve duduk gittikçe daha çok dinlemeye başladığım bir müzik türü. Özellikle de Kani Vur Can İm'i 5 sene önce Kardeş Türküler, Sayat Nova Korosu ve Ruhi Su Dostlar korosunun konserinde dinlediğimden beri vazgeçemediğim bir parça...
One of my friends translated the lyrics for me some years ago, but unfortunately I cannot remember it, so we have to do with the Armenian version right now, maybe someone will translate it for us...
Zamanında bir arkadaşım sözlerini çevirmişti, ama maalesef hatırlayamıyorum, o yüzden Ermenice sözleri yazmakla yetiniyorum, belki biri bizim için çevirir...
Wednesday, May 4, 2011
To the Lighthouse
Kitap kulübünde geçen ay Virginia Woolf okuduğumuza tek sevinen insan olarak 'Deniz Feneri' beni hiç de hüsrana uğratmadı. Kitabın temeli Virginia Woolf'un çocukluğunda yazlarını geçirdiği St. Ives'teki deniz fenerine gidememesinin hayal kırıklığı oluşturuyor ve çizilen Ramsey aile portresi Woolf'un kendi ailesine göndermeler yapıyor.
To be able to truly understand this book with many autobiographic references, one must look at Virginia Woolf's life first. Her mother Julia Stephen is a true beauty who posed for famous painters of the era. Mrs. Ramsey, the main character in the book, has a beauty that didn't reduced with age, which mesmerises everyone around her. Mr. Ramsey is, like her own father, an intellectual who lives in his own world, unable to bond with anyone, and with a bad temper. Everything must be perfect around him and this perfectness is protected by her wife Mrs. Ramsey.
Bu otobiyografik göndermeler içeren kitabı anlamak için biraz Virginia Woolf'un hayatına bakmak gerekiyor, Woolf'un annesi Julia Stephen, dönemin ünlü ressamlarına modellik yapan, güzelliğiyle göz kamaştıran bir kadın. Kitabın ana karakteri Mrs. Ramsay de ilerleyen yaşına rağmen güzelliğiyle herkesi kendine hayran bırakan bir kadın. Mr. Ramsey ise, tıpkı Woolf'un babası gibi, kendi dünyasında ve tamamen entellektüel bir ortamda yaşayan bir yazar/düşünür. İnsan ilişkileri yönünden çok başarısız olmasının yanı sıra, çevresinde mükemmel olmayan hiçbir şeye tahammülü yok, burada herşeyin mükemmel olmasını sağlamak Mrs. Ramsey'e düşüyor.
The captain of the ship in this family definitely is Mrs. Ramsey. Masterfully, she manages eight children, a husband who needs more attention than the children and a lot of visitors, she is in charge that everything runs perfectly, because even someone who wants a second plate of soup is enough to cause a breakdown for Mr. Ramsey.
The first part of the book is rather a journey to character's thoughts and feelings. It ends with a long diner scene, which seems very stressful to Mrs. Ramsey, because the children, the visitors, the food and the conversations need to be managed at the same time. The main event in this chapter is the family's little boy James disappointment on not being able to go to the lighthouse. Mr. Ramsey thinks the weather will not be fine for it, but Mrs. Ramsey knows that this little instance will cause a deep trauma to little James and will turn him against his father. Everyone in this house lives with exaggerations, and a little disappointment really causes some trauma to James.
Kitabın ilk bölümü karakterleri tanıtan ve daha çok karakterlerin iç yolculuğu ve düşünce akışlarıyla ilerleyen bir bölüm. Uzun ve Mrs. Ramsey'e göre gerilim dolu bir akşam yemeği sahnesiyle ilk bölüm bitiyor. Bu bölümdeki tek olay evin en küçük çocuğu James'in ertesi gün Deniz Feneri'ne gitme hayallerini alt üst eden Mr. Ramsey ve bu olayın çocukta travma bırakacağına inanıp hayıflanan Mrs. Ramsey'in tepkileri oluşturuyor. Dediğim gibi bu evde herkes dünyayı abartı biçimde algılıyor, bir gezinin yapılmaması bir çocukta travma yaratabiliyor.
The second part; 'Time Passes', is for me the masterpiece of British modern literature. The wind and sands coming from the sea travels inside the empty summer house, tearing the place apart, at the same moment, we learn that there is a war going on and Mrs. Ramsey is that with the two children Andrew and Prue. These deaths are sudden, just as they are in real life, and are given as a paranthesis and points out the mortality of humans against the immortal nature. Every sentence of this short part is in the flow of time technique that Woolf uses a lot in her books.
İkinci bölüm 'Zaman Geçiyor', bana göre İngiliz modern edebiyatının başyapıtıdır. Denizden gelen rüzgar ve kumlar Ramsey'lerin terketilmiş yazlık evinin içinde dolanırken, biz savaşın çıktığını, Mrs. Ramsey ve iki çocuğunun öldüğünü öğreniyoruz. Bu ölümler tıpkı hayatta olduğu gibi ani bir biçimde parantez içinde veriliyor. Böylece rüzgarın ve doğanın devinimlerinin ölümsüzlüğü ve insanın faniliği vurgulanıyor. Bu kısa bölümün her cümlesi, Woolf'un çoklukla kullandığı zamanın akışı tekniğine uygun olarak gelişiyor.
The third part welcomes the remaining Ramseys and the former visitors Lily Briscoe and Carmichael into the summer house again. This time, the long-waited trip to the lighthouse happens. This part has a parallel story-telling with the never-married Lily Briscoe's reckoning with herself and Mrs. Ramsey and the trip to the lighthouse. James is, in fact, hating his father, so does Cam, but the real wish of the children is only to feel loved and honored by their father.
As Lily's reckoning ends, the children make peace with their father and the boat arrives to the lighthouse, in this way, the story ends at the same point that it could have ended 10 years ago.
Lily'nin Mrs. Ramsey'le hesaplaşması bittiğinde, çocuklar da babalarıyla barışmış oluyorlar, tam bu sırada bindikleri tekne deniz fenerine yanaşıyor ve hikaye yine başladığı noktada sonlanıyor.
Lily Briscoe needs to be focused on in this novel, because it resembles in some aspects to Woolf herself. They both paint and they are both different from their mothers. Lily want to be a painter, but a snub visitor, Charles Tansley told her that women cannot be painters (or writers) and this blocks her creativity and will to paint. She is unable to bond a relationship with men, she is intimidated by Mr. Ramsley, a single word by Tansley is enough to keep her from painting, the thought of Carmichael looking at her painting rest her incompetent. In fact, she is the antitype of the perfect Victorian mother and wife Mrs. Ramsey. She both admires and hates her because of it. Virginia Woolf examines the two women types of two generations by Lily's reckoning with Mrs. Ramsey.
Burada Virginia Woolf'a benzediği için Lily'e biraz değinmek gerekiyor. Lily ressam olmak isteyen, ama Ramsey'lerin ukala misafiri Charles Tansley'nin kadınların resim yapamayacağını söylemesiyle bir anlamda eli kolu bağlanan, erkeklerle ilişkilerinde başarısız bir kadın. Böyle diyorum çünkü Tansley'nin ukalaca bir lafı onu allak bullak ediyor, Mr. Ramsey'e nasıl davranacağını bilemiyor, kitabın en zararsız karakteri Carmichael'ın o resim yaparken resmine bakmaya çalışması onu korkudan titretiyor. Aslında Lily, Viktorya dönemi mükemmel anne/eş Mrs. Ramsey'nin antitip'ini oluşturuyor. Virginia Woolf bu iki karakter üzerinden iki jenerasyonun kadın imgesini irdeliyor.
The thing that fascinates me the most in the book is that a childhood memory as simple as that can become a novel of this caliber by Woolf's wit and ingenuity.
Ben bu kitabı en çok, bu kadar küçük bir çocukluk imgesinden böylesine bir kitap yaratarak Virginia Woolf'un zekasını kanıtladığı için önemli buluyorum.
Monday, May 2, 2011
Doğa İçin Çal 3
I know I've been neglecting this blog for some time, I hope the good weathers will change that soon...
Bir süredir blogu boşladım farkındayım, havaların iyileşmesiyle üstümdeki rehaveti aşarım umarım...
'Play for Nature' is a project which involves musicians from Turkey and abroad playing to raise awareness to nature and is the Turkish part of 'Playing For Change' project. The 3rd video is the best for me, what do you think?
Bu videoda Gesi Bağları, Çemberimde Gül Oya ve Çayelinden öteye var. Bence 3. video en iyisiydi, ben bayıldım ya siz?
Click here to learn more about the project and watch the second video...
Doğa İçin Çal 2 ve doğa için çalın ne olduğunu öğrenmek için buraya tıklayın....
Bir süredir blogu boşladım farkındayım, havaların iyileşmesiyle üstümdeki rehaveti aşarım umarım...
'Play for Nature' is a project which involves musicians from Turkey and abroad playing to raise awareness to nature and is the Turkish part of 'Playing For Change' project. The 3rd video is the best for me, what do you think?
Bu videoda Gesi Bağları, Çemberimde Gül Oya ve Çayelinden öteye var. Bence 3. video en iyisiydi, ben bayıldım ya siz?
Click here to learn more about the project and watch the second video...
Doğa İçin Çal 2 ve doğa için çalın ne olduğunu öğrenmek için buraya tıklayın....
Subscribe to:
Posts (Atom)