Tuesday, September 11, 2012

Merhabadan adam harcamaca

Uyarıyorum bu yazı oldukça genellemeci, ilk intibaya dayalı sığ bir yazı. Fakat 27 yılda çoğunlukla doğru olduğunu gördüğüm genellemeler bunlar, sizinle de paylaşmadan duramadım. Bakalım siz aynı fikirde olacak mısınız?

Her gün bin kere kullandığımız havadan sudan konuşma kalıpları var ve bunlar sosyal yaşamın ayrılmaz parçaları maalesef (nefret ederim şu anlamsız konuşmalardan, bence zaman kaybından başka bir şey değil). Mesela bir Alman'a nasılsın diye sorarsanız (ki onlar nasıl gidiyor diyor aslında), karşılığında asla "iyi" cevabını alamazsınız, onlar otomatik olarak "eh işte" manasına gelen "gidiyor" derler. Benzer olarak Fransızlar da bu soruya genelde "gidiyor" derler konu kapanır. Amerikalı/İngilizler daha iyimserdir "iyi" derler, konu yine kapanır. Ama geveze milletim Türklere gelince "N'aber" gibi kalıplaşmış bir sorunun cevabı olarak bir saat laf dinlemek zorunda kalabilirsiniz. İşte bu düşünceden yola çıkarak Türkleri şu beş gruba ayırdım:

1. Süper!

En sinir olduğum insan tipini oluşturan bu süperciler grubu, hayatlarında güzel giden herşeyi biz fanilerin suratına vurmak isterler. Bu süperin ardından "Sevgilimle Seycheller'e tatile gittik", "Hayatımın aşkını buldum", "İş yerinde terfi aldım" gibi beni sinirden deliye çeviren bir ya da birkaç cümlenin daha gelmesi kaçınılmazdır. Bu fazla mutlu insanlar iyimserlikleri, yaşam enerjileriyle karşısındaki deliye çevirir, kıskançlıktan çıldırttır ama aslına baktığınızda bu tip insanların ancak yarısı gerçekten o kadar mutludur, geri kalanı sadece mutlu rolü yapıp kendilerini de buna inandırmaya çalışıyordur. Genelde kadınlardan oluşan bu tip insan, aynı zamanda kafe barlarda kadın grupları halinde oturup kahkahalarıyla baş ağrıtan, can sıkan tiplerdir, ekseriyetle uzak durunuz.

2. İyi

Benim de içine girdiğim bu grup, "Nasılsın" sorusunda gerçek bir mana aramaz, iyi der geçiştirir. "İyi" cevabı ardından başka bir soru soramazsınız artık, konuşmanın bu gereksiz kısmı biter, çünkü kimse "iyi" cevabı veren insana, "neden iyi/ nesi iyi?" gibi sorular soramaz, kendisi de ister istemez "iyi" demek zorunda kalır. Ben bir gün kendimi kötü hissetsem bile bunu arkadaşımla paylaşmak istiyorsam zaten konuşmanın bir yerinde paylaşırım ama daha buluşmanın başında insanı sıkmanın da anlamı yok yani.

3. Eh işte

Eh işteciler hiçbir şeyden memnun değildirler, onlara göre hayatları ne kadar güzel, sevgilileri ne kadar taş, patronları ne kadar kanka olursa olsun hayatta hep söylenecek bir şeyler vardır, o yüzden de "nasılsın" sorusuna cevapları ancak "eh işte" olur. "Eh işte" diyen insan her zaman karamsar, bazen sıkıcı, çoğunlukla da suskun içine kapalı bir tiptir. Depresyon "eh işte"nin kaçınılmaz yoldaşıdır ki böyle insanlar arkadaş gruplarının havayı karartanlarındandır. Ha, tabii "eh işte"yi o an gerçekten kendini iyi hissetmediği için söyleyen insanlar da mevcuttur, o yüzden eh işteciler her zaman bir sonraki gruba yeğ edilmelidir.

4. Kötü

Kötücüler yanından hızla kaçılması, mümkünse kendisiyle bir daha asla görüşünülmemesi gereken insanlardır. Daha konuşmaya başlar başlamaz karşısındaki darlar, bütün sorunlarını nefes almadan ortaya döker, ki her zaman fazlasıyla sorunludurlar. Şu tarz bir konuşmayı bu insanlarla sık sık yaşarsınız:

Kötücü: Naber?
Ben: İyi, senden?
Kötücü: Kötü ya sorma, karnım ağrıdı, başım kaşındı, annemle kavga ettim, karım yemeği yaktı, politika da berbat, havalar bir tuhaf vs. vs.

Bu kötücüler aynı zamanda "ne olacak bu dünyanın hali" grubuna da dahil olduklarından söylenmekte üstlerine yoktur, size kendinizi kötü hissettirir, duygu sömürüsü yapar bir de sizden empati kurmanızı isterler. Kesinlikle dünya üzerinde yaşayan en huysuz en sevimsiz insan türüdür ve uzak durulması gerekir.

5. Hamdolsun

Hamdolsuncular tüm bu gruplardan ayrı tuhaf bir gruptur. Bu grubun insanlarını aynı zamanda her cümlede en az bir kez "Allah" demelerinden tanıyabilirsiniz, inşallah, maşallah, evvelallah ve türevi laflar ağızlarından düşmez. Her cümlelerinde Allah'a bağlılıklarını bildirip karşısındakine dindarlığıyla hava atmaya çalışır. Bu tip insanlar sinir bozucudur, ayrıca zaten bu insanlarla konuşmaya çalışmanız da boşuna olur, çünkü büyük olasılıkla her konuya din açısından bakıp canınızı sıkacaklardır.

Monday, September 10, 2012

Türk Telekom İçin Çal!

Türkiye ne yazık ki güzel projelerin en kolay suyunu çıkaran ülke olarak madalya alabilir. Şu Türk Telekom'un yeni reklamını bugün gördüm ve bayağı sinirlendim doğrusu. Reklamı Doğa İçin Çal'ın yapımcısı yapmış, yani ortada bir çalma yok (gibi görünüyor) belki ama bir sorumluluk projesinin fikrinin bir şirkete reklam için satılması ve bir de üstüne başka parça seçmek yerine Doğa İçin Çal'da kullanılan parçaların karıştırılıp kullanılması benim için Doğa İçin Çal'ın tüm keyfini öldürdü, bir daha yapılsa aynı keyifle izler miyim hiç bilmiyorum. Üstelik bir de şarkıların sözlerini değiştirip resmen Aşık Veysel'den jingle yapmışlar. Bildiğiniz sinirlendim televizyon başında.

Bir de pişkin pişkin gitmiş "bu şirket arası bir iletişim projesidir" diyor, iletişim projesi de neden reklam diye televizyonlarda dönüyor ve neden şirket çalışanları birbiriyle ileşmek için şirketi öven şarkı sözleri söylüyor. Yedik mi şimdi biz bunu? Bir de evi günde beş kez arayıp açınca konuşmayan numaranın da bu Türk Telekom olduğunu öğrendim bugün, nefret katsayım beş katına çıktı. TT bir beni rahat bırak da takılan donan internetini düzelt allah aşkına, hala çevirmeli hat kullanıyor tadında dolaşıyoruz internette!



Saturday, September 8, 2012

One Hit Wonders of the 90's

(Note: This week's post is inspired by my latest addiction Song Pop on Facebook.)

(Not: Bu yazı tamamen son bağımlılığım Song Pop'tan esinlenilmiştir.)

I always love love love a good one hit wonder. A new song emerges, everyone's in love with it, then we never hear from the singer/band again, maybe they get married, maybe they turn to their day jobs, but they can never be hit again (and we know sometimes they try). There are great one hit wonders in history, like Final Countdown, Funky Town and my personal favorite Mickey, but because they were hits in my youth, I love the one hit wonders from the 1990's and 2000's the most. So here is my top ten, feel free to add yours :)

Ben kendi adıma tek şarkılık ünlüleri her zaman sevmişimdir. Yeni bir şarkı çıkar ve herkesin dilinen düşmez ama sonra nasıl oluyorsa o şarkıcı/grubu bir daha asla duymayız, belki evlenip yuva kurarlar, belki eski mesleklerine geri dönerler ama bir daha asla tutan bir şarkı yapamazlar. Müzik tarihinde  Final CountdownFunky Town ve benim favorim Mickey gibi oldukça hit şarkılar var, ama belki de benim gençlik yıllarım olduğundan ben en çok 1990-2000'lerin tek şarkılık ünlülerini seviyorum. İşte benim ilk onum, aklınızda başka şarkı varsa söylemekten çekinmeyin lütfen...


1. Aqua- Barbie Girl




Okay, maybe I exaggerated a little bit putting it to the number one spot, but damn that was a great song, the high pitched voice of Barbie, the weird heirdo of Soren, the ambiance. I think it's a shame to the music history that we didn't get more from Aqua and I blame the bald Ken for it (and the fact that Barbie is not blonde of course is a very bold move)!

Tamam, bu şarkıyı bir numaraya koyarak biraz abarttığımı kabul edebilirim, fakat tam olarak değeri bilinmese de bunun çok iyi bir şarkı olduğunu iddia ediyorum ve hatta diyorum ki Aqua'nın başka şarkı yapmaması müzik endüstrisi için ciddi bir kayıptır! (Tamam, belki o kadar da değil, ama hiç olmazsa bir Cindy şarkısı yapabilirlerdi.) Kadının ince Barbie sesi, Soren'in tuhaf saçları ve ah o mekanlar! Ben Aqua'nın kalıcı olamamasında kesinlikle Ken'in kel olmasını suçluyorum (bir de Barbie sarışın değil tabii, o da inandırıcılığı zedelemiş olabilir.)

2. Alien Ant Farm- Smooth Criminal




I never have been a Jackson fan (oh, shame on me I know), but this song was a killer. So why couldn't they really make it. After all, they had a cool name, a good first hit and they even had a monkey on their video. When I look at it, I really think that a bad hairdo can ruin your career and if you form a band, don't take a fat guy in. But I wish they covered all the M.J. songs, they could make a good Billie Jean cover.

Ne kadar ayıp olsa da, utanmadan burada açıklıyorum ki ben asla bir Michael Jackson hayranı olmadım, ama bu şarkı gerçekten muhteşem bir cover. Düşününce Alien Ant Farm'ın neden ünlü olamadıklarını anlamakta zorlanıyorum, sonuçta kendilerine süper bir ad bulmuşlar, ilk şarkıları en çok dinlenen parçalardan olmuş, üstelik kliplerinde maymun bile var. Söyleyin bana daha ne yapsın bu çocukcağızlar? Ama diğer yandan gruba şişko oğlan almak hiç de iyi bir fikir değilmiş, bir de hepsi çok bir çirkin midir nedir? Yine de onlardan bir Billie Jean cover'ı dinlemek hiç de fena olmazdı bence.

3. New Radicals- You Get What You Give




I really don't know why they didn't make it, the song was cute, the video was cheery and cute, the guy was cute. Too much cuteness maybe, who knows?

Bu grubun neden tutmadığını gerçekten anlamıyorum, şarkı tatlıydı, klip tatlıydı, çocuk tatlıydı. Çok fazla tatlılıktan olabilir mi dersiniz?


4. American Hi-fi - Flavor of the Week




I still listened to this one. It was a great song and the band actually did make albums later on, but they never really had another hit (if I don't miss it completely). I loved the sound, the song, but what I loved the most was the lyrics, "Her boyfriend he don't know, anything about her, he's too stoned Nintendo....". Wait a minute I see it know, it's the spelling that killed them!

Ben bu şarkıyı hala dinliyorum. Sıkı şarkıydı ve grup aslında bir kaç albüm daha yaptı ama asla bu şarkının ününe ulaşamadılar. Şarkı ve tarzları güzeldi ama bu şarkının en baba yanı sözleri: "Her boyfriend he don't know, anything about her, he's too stoned Nintendo...."


5. Wheatus- Teenage Dirtbag





Here is a shocker again, how could we lost Wheatus? The song was cute + loser was a sickly cute movie and the singer can both sing male and female parts! Just imagine to have ultimate duets with just one singer, like a dream coming true. There are a few factors why Wheatus didn't make it if you ask me, most importantly there is a serious fashion crime in this video with awful hats, the voice of the singer is too high pitched to be a male voice and he got blinding white teeth which scare me a lot. Nevertheless a great song for every teenage losers out there.

Wheatus'un tutmamasına da inanmakta zorlanıyorum. Şarkı çok şekerdi ve "Loser" fazlaca şeker bir filmdi, ayrıca solist şarkının hem kadın hem erkek bölümlerini söyleyebiliyor, daha ne isteriz? Düşünün ki Wheatus tutsaydı, 10 yıldır tek adam tarafından söylenen düetler dinliyor olabilirdik. Bence Wheatus'ın tutmamasının bir kaç nedeni var, bunların en önemlisi kuşkusuz klipte çılgın şapkalarla modanın katlediliyor oluşu. Ayrıca adamın şarkının kadın kısmındaki ipince sesi beni biraz tıstırmıyor da değil hani. Yine de müzik dünyası böylece yıllarca eziklerin dinleyebileceği bir şarkı kazanmış oldu.

6. Joan Osborne- One of Us




It's the hair, it's the nose piercing, no it's Joan Osborne. We have the countryish God conscious, humanitarian One of Us on the 6th spot. It was a nice song, but I never could love Joan Osborne for some reason and personally I cannot imagine having more hits by her in which she preaches us one way or another.

O bir saç, o devasa bir hızma, hayır o Joan Osborne. Listenin 6 numarasında country'imsi hümanist parça One of Us var. Aslında şarkı güzeldi ama bir anlamdan ben Osborne'un tutmamasına seviniyorum, yoksa senelerce o ya da bu konuda vaaz veren şarkılar dinleyebilirdik kendisinden gibi geliyor bana.

7. Las Ketchup- The Ketchup Song





Ah, the song that no one can sing. Beside from the fact that a band called Las Ketchup is always cool, these three beautiful women rocked the charts with their weird, cute, entertaining song 2002. To be honest, I still think that they sing in gibberish (no offense to spanish, it just seems to me that this song cannot mean something serious). We all thought it was a silly song yet we all knew the silly dance. Long story short, they didn't make it either but that was a cool song to dance for a while....
P.S.: I know that this is not the original version, but this is the one I knew and loved, so deal with it.

İşte hiçbirimizin söyleyemediği bir ketçap şarkısı (denemediğimizden değil tabii). Adlarının çok yaratıcı olması dışında, bu üç güzel kadın tuhaf, şirin ve eğlenceli şarkılarıyla 2002 yılında listeleri altüst etmişti. Her ne kadar şarkı bana ispanyolcadan çok uydurma bir dil gibi geliyor olsa da, ve her ne kadar şarkıyı dinleyen herkes bunun çok aptalca bir şarkı olduğunu düşündüyse de yine de hepimiz dansının ezbere biliyorduk. Ketçap şarkısı belki müzik tarihinin mihenk taşlarından olamadı ama bir süre hepimizi eğlendirdiği kesin.


8. Jennifer Paige- Crush




It's a wonder how this song ever made it, but she was big for a (short) while. The song is so so, the singer is the girl next door without any particular charm so it's no brainer why we didn't hear from her again. It's a cute love song though.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu şarkının nasıl tuttuğunu anlamakta zorlanıyorum. Şarkı sıradan, ses vasat, kız çok ama çok sıradan, yani aslında Jennifer Paige'in neden tutmadığını anlamak hiç de zor değil.

9. Los Del Rio- Macarena




Oh, this song always reminds me of my screensaver with macaronis dancing the macarena ( they don't make such good screensavers anymore, it was hilarious!). No need to say much about it, everyone still remembers the dance moves and most of us still cannnot stop ourselves to do them whenever we hear the song (like me right know). And if it isn't enough, you gotta admit that the video is kinda awesome! (Maybe I need to put it on a higher spot).

Biliyor musunuz bu şarkının çıktığı yıl makarena dansı yapan makarnalarlı bir ekran koruyucum vardı (ah o ne güzel ekran koruyucuydu, oturur onu izleyip dans ederdim.) Bu şarkı hakkında çok söz söylemeye gerek yok aslında, hala herkes makarena dansının hatırlıyor ve çoğumuz bir yerde bu şarkı çalarsa hala kalkıp bu dansı yapıyoruz (benim de şu anda yaptığım gibi). Üstelik klip de saçma ötesi güzel (Belki de bu şarkıyı listede biraz yukarı koyabilirdim, evet).

10. Baha Men- Who Let the Dogs Out




I never liked this song, but I cannot stop hurling "who who who" if I ever listened to it. And it's the perfect one hit wonder, because no one on earth don't have a clue who these Baha Men are. Do you?

Aslında bu şarkıyı hiç sevemedim, ama yine de ne zaman çalsa "who who who" diye bağırmaktan kendimi alamıyorum. Ve bu şarkı tam bir tek şarkılık grup parçası örneği, ben şahsen Baha Men kimdir nedir hiç tanıyorum. Ya siz?

Bonus track: t.a.T.u.- All the Things She Said

Bonus Şarkı: t.a.T.u- All the Things She Said




I put this awful song as the bonus track, because it revives my faith in the music industry. If a song is that bad, it doesn't matter if you act like a lesbian couple and kiss under the rain with school uniforms on, you still won't make it. They appeared in Eurovision and made another album, but as soon as the boys cooled their heads off, t.a.T.u was dead and erased from the music industry (thanks to the music gods!).

Bu korkunç şarkıyı bonus olarak listeye koydum çünkü bu şarkı insanın müzik endüstrisine olan inancını kuvvetlendiriyor. Şöyle ki eğer yağmur altında üniformayla şarkı söyleyen iki lezbiyen bile kötü bir şarkıyla ünlü olamıyorsa, müzik endüstrisi düşündüğümüz kadar da kötü durumda değil demektir. t.a.T.u daha sonra Eurovision'da yarıştı ve bir albüm daha yaptı, ama Tanrıya şükürler olsun ki bir daha hit bir şarkı yapamadılar.

Sunday, September 2, 2012

Güvercine Ağıt



"Güvercine Ağıt"ı kitap kulübümle birlikte aylar önce okudum aslında, dolayısıyla bu da oldukça geç kalınmış bir yazı. Şimdi geriye bakıp bir değerlendirme yaptığımda, “Güvercine Ağıt”ı eksikleri/iyileriyle inanılmaz derecede Mungan’ın “Şairin Romanı”na benzettiğimi görüyorum. Olaylar/kişiler/mekan vs. tabii ki farklı, yani niyetim bir öykünme/araklanma iddiasında bulunmak değil, Türk romancılığında yeni bir akıma dikkat çekmek. Gürsel Korat da Murathan Mungan da kitaplarında günümüzden farklı bir dünya yaratıp (gerçek ya da hayali), o coğrafyanın içinden birbirinden farklı karakterler yaratıyor ve bir şekilde bu farklı hikayeleri bir araya örüp bir roman yaratmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de modern bir masalcı gibi davranıyorlar. Ancak, belki de bu tür bir romanın kurgusunun zorluğundan dolayı, Korat da Mungan da bana göre bu çeşit bir yapılanmayı tam olarak kotaramamışlar. (Mungan’la ilgili eleştirilerimi şuradan okuyabilir/hatırlayabilirsiniz)

Bu konuda oldukça başarılı birkaç örnek ülkemizde mevcut, kuşkusuz bu konuda en başarılı yazar bana göre İhsan Oktay Anar’dır, ondan sonra da (çok insan beğenmediyse de) en azından okuduğum dönemde beğendiğim Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı”sı, bu kurguyu iyi başarmış kitaplardır. Dünyada ise en başarılı örnek Amin Maalouf’tur bana göre. Bu tür kitapları iyi yazıldıklarında çok seviyorum, çünkü hem edebiyat ve sinemada sıklıkla kullanılan farklı hayatların kesişmesi konusunu işliyorlar ve okuyucuya çok sayıda ilginç karakter sunuyorlar, hem de anlattığı coğrafyayı daha iyi anlamamıza yardım eden hikayeler/masallar barındırıyorlar.

Şimdi gelelim “Güvercin’e Ağıt”a. Aslında kitabın başlarında kitabı sevmiştim, üstelik bence kolay okunan hızlı akan bir kitaptı. Bunda belki kitabın başında daha çok Ermeni keşiş Civan’ın rol alması sebep olmuş olabilir. Daha sonraki karakterlerden Gülbeyaz’ın hikayesini de çok sevdim ama ortasından sonra kitap çok karıştı ve hem yazar hem okuyucu açısından içinden çıkılması zor bir hal aldı, sonu da tüm hikayeleri bağlayamadı ve bir şekilde ortada kaldı. Sonuçta okuma bittiğinde benim içimde bir tamamlanmamış hissi oluştu ve kitap bana bir katarsis sunmak yerine kafamı karıştırarak bitti.

Yine de, kitabın içindeki bazı hikayeleri ve kullandığı değişik dil/lehçeleri okumayı ve özellikle kitabın feminizme varan kadın karakterlerini çok sevdim. Keşke bu kitap yayınlanmadan önce iyi bir editörün elinden geçse ve sonları tekrar yazılsaydı ama artık maalesef Türkiye’de ne yazar ne çeviri açısından iyi bir editör kalmadı galiba. (Neyse lafı iyice dolandırmadan huzurunuzdan ayrılıyorum artık.)

The Dark Knight Fails/ Kara Şövalye Batıyor

More like a bore will rise!


I've never been a Batman fan myself, because let's face it, Bruce Wayne is just a rich guy with a lot of toys and no one to play with and it seems to me that he's just a tad too ambitious to wear latex and cape. But the Batman cartoon series and Tim Burton movies made me watch it until now. But with "The Dark Knight Rises", I think I also put an end to the Batman franchise all together.

Doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir zaman öyle aman aman bir Batman hayranı olmadım, çünkü aslına bakarsak Batman bir süper kahramandan çok canı sıkılan zengin bir adam neticede ve sanırım latex ve pelerin giyme merakı onu süper kahraman olmaya itmiş (ah zavallı zenginlerin can sıkıntıları sen nelere kadirsin!) Ama çocuklukta izlediğim Batman çizgi filmleri ve Tim Burton filmleri şu ana kadar kendini izletiyordu, taa ki Christopher Nolan'ın "Kara Şövalye Yükseliyor"una kadar.

Other than being 3 hours long with no really storyline, this Batman lacks some qualities that are a must in any good super hero movies:

Filmin üç saatçik olması ve hikayesinin pek de tatmin edici olmamasının yanı sıra, bu Batmancik çekilirken her iyi süper kahraman filminde olması gereken bir kaç küçük özelliği atlanmış maalesef:



Boo, I'm so scared!/ Aman çok korktum!

1. (and the most important) A cool anti-hero. So far we had Joker, the gorgeous Cat Woman (Pfeiffer, not Berry), Mr. Freeze and Poison Ivy (and maybe even the Riddler). They all have super powers and a damn good reason to be just that bad. Now, we have a terrorist (American much babe?). He is ugly, he talks weird and although he have his reasons, the nemesis raises no sympathy at all, he's just obnoxious.

1. (ve en önemlisi) Sağlam bir düşman. Şu ana kadar Batman'de Joker, Kedi Kadın (tabii ki Pfeiffer yoksa Hale Berry'nin kedi gibi davranmasına iyi diyecek halim yok), Mr. Freeze ve Poison Ivy (hatta belki Bilmececi) gibi ilginç karakterler gördük. Şimdi ise süper gücü falan olmayan, Amerikan paranoyasını oldukça besleyici bir teröristimiz var, diğer düşmanların sağlam bir hikayesi ve sempatik bir tarafları var, Bayne ise tuhaf devasa bir adam sadece.

2. Tim Burton's Batman movies all had an original style and a beautifully created Gotham City. Now we have.... a city that looks exactly like NY. No originality, no nothing.

2. Tim Burton'un Batman'lerinin her şeyden önce kendine has bir tarzı ve iyi yaratılmış bir Gotham Şehri vardı, şimdi ise, aşağı yukarı New York'un tıpkısının aynısı bir şehirle karşı karşıyayız. Eğer Bob Kane Batman'in New York'ta olmasını isteseydi, zaten New York derdi değil mi Nolan'cığım?

She looks good in pearls/ İnciler de yakışmış

3. Umm, where did you hid the action Nolan babe? Other than some lame fist fight (Batman fist fights, yeah right!), in the first, let's say two hours, there is no action to be seen and the rest is not much better either. At least, he could put some sexy sizzling action scene between Wayne and Cat.

3. Sevgili Nolan yavrum, aksiyonu nerelere sakladın? Bir kaç ucuz yumruk kavgası dışında filmin ilk 2 saatinde neredeyse hiç aksiyon yoktu, sonrası da daha iç açıcı değildi. Yani hiç olmazsa Wayne'le Cat arasında seksi bir kavga sahnesine kimse hayır demezdi diye düşünüyorum.

4. I appreciate Nolan's try to create a more human Batman to look behind the legend, but the scenes that  are supposed to be emotional are deprived of real emotion what-so-ever and are just plain boring.

4. Her ne kadar Nolan'ın Batman efsanesini yeniden ele alıp daha insani bir karakter yaratmasına destek veriyor olsam da, filmin duygusal sahneleri derinlikten uzak sıkıcı sahnelerdi. Bir filmde bir kadının fotoğrafına kaç kez bakılabilir allah aşkına!

5. Why the hell the nice people of Gotham also follows a masked maniac with an atomic bomb? How can they really believe that he won't fry them with some nuclear love in the near future? 

5. Film bence herşeyden önce inandırıcı değildi. Neden Gotham'ın iyi vatandaşları birden elinde atom bombası olan maskeli bir manyağı takip etmeye başlıyorlar? Hiç akıllarına o bombayı patlatabileceği gelmiyor mu acaba?

6. An atomic bomb falls fifty feet from the city, maybe the water is a bit destroyed, but the city is fine. Really honey? Do you mean to say that 3 generations in Hiroshima just had a very nasty skin condition and a nuclear bomb of 9 m. radius doesn't destroy the city? A very interesting and realistic ending Nolan love, kudos.

6. Filmin sonunun ne kadar yazış olduğunu tek ben mi görüyorum? Atam bombası şehrin dibine düşüyor, denizde belki biraz kirlilik olur ama şehire hiç de bir şey olmuyor. Nolan herhalde burada aslında Hiroshima'da 3 neslin sadece kötü bir cilt sorunu olduğunu ve atom bombalarının aslında dostumuz olduğunu söylemek istiyor. Çok gerçekçi ve iyi bir son Nolan yavrum, tebrikler!

7. Batman's suit is just plain ugly. Why the hell does he wear a velvet cape that is longer than Kate Middleton's wedding dress' tail? Does.... Nolan tries to tell us that there is something more special going on between Batman and Robin? For all I know, Robin's admiration for Batman is a bit much to be brotherly love.


7. Batman'in kostümü çok çirkin. Bir de Batman neden Kate Middleton'ın gelinliğinin kuyruğundan uzun ve kadife bir pelerin giyiyor. Yoksa... Nolan bize Batman'le Robin'in arasında bildiğimizden fazla bir şeyler olduğunu mu iddia ediyor? Neden olmasın, Robin'in Batman sevgisi biraz aşırı zaten....


He is just butch enough to be gay if you ask me, and all the ladies! I should have guessed sooner.
Aslında bakınca tam da gay olacak kadar abartı bir maskülenlik var Wayne'imizde, bir de her film başına en az iki kadın, fazla çabalıyorsun Wayne'ciğim, bence Robin'e olan hislerini daha fazla saklama.

Come on Nolan, I know you got it in you, don't you dare bore us with this emotional mambo jambo again honey pie!

Hadi Nolan bebeğim, daha iyisini yapabileceğini biliyoruz, bir daha bizi böyle boş filmlerle sıkma.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails