Saturday, August 21, 2010

Çöplüğün Generali



Bu yazı diğer kitap yazılarım gibi olmayacak sanıyorum, çünkü kısacası kitabı neresinden tutup da başlayacağımı bilemiyorum. Önce kitabı pek beğenmediğimi, hatta kitabın beni çok kızdırdığıyla başlayayım söze, sonra sebeplerine geçeyim istiyorum.

Kitap kulübümün bu ayki kitabıydı 'Çöplüğün Generali' ve hakkında konuştuğumuz zaman çok farklı çıkarsamalar yaptığımızı fark ettim. Belki de güncel ve politik bir konusu olmasından kaynaklanan bir durum olarak herkes kendi siyasi düşüncesi/yönelişine göre algıladı kitabı (ki bu yazar için bir başarıdır, ama bence kitap fazlasıyla taraflı ve didaktikti...) Günümüzün en taze ve en bayat konusu Ergenekon ve gökten zembille inmişçesine her yerden fışkıran silah ve mühimmatlar kitabın -ya da kitap içinde kitabın- eksenini oluşturuyor. Dediğim gibi, kendi politik fikirlerimden baktığımda, bu kadar topluma dayatılan Ergenekon histerisini körüklediği için kitapla baştan ters gittik, epey bir süre birbirimize kafa tuttuk, bir türlü birbirimize ısınamadık.

Bu ilk yarıda Ahmet, Mehmet gibi isimler bile verilmeden doktor, öğretmen gibi tanımlamalarla karakter tanıtmak da kitabın beni iten özelliklerinden. Bir kere insanlar işleri ya da konumlarıyla tanımlanamayacağı için, ikincisi de gerçek haberlerden kurgulanan olaylarda bu kadar gizlilik içinde olmanın ancak 18. yüzyıl edebiyatının statüsünü kaybetmeye korkan yazarlarına yakıştığını düşündüğüm için.

Gelelim ikinci kısıma, ikinci kısım ise neredeyse tüm şehri yok eden deprem/patlamadan 60 yıl sonrasını anlatıyor. Burada Baydar bir '1984' yaratmak istemiş, ama ne yazık ki hayalgücü ya da zamanı buna yetmemiş. Yaratılan totaliter dünya okuyucuyu hiçbir şekilde tatmin etmiyor, açıkçası bugün yaşadığımız dünyayla da arasında çok bir fark yok. Bir distopyanın apayrı bir sistem içinde bize kendi dünyamızı çağrıştırması ve bu yolla gözümüzün önünde olup da görmediklerimizi fark ettirmesi gerekir, kendi dünyamızın bir-iki yerini değiştirip adına yeni düzen demesi değil. Bu yandan kitap çok zayıf kalmış. Bir de Oya Baydar'ın teknoloji konusundaki hayalgücü kıtlığı ve bilgisizliği, zaten bütün inandırıcılığı baştan yok etmiş.

Yine de, bu ikinci bölüm hem karakterleri, hem de olay örgüsü bakımından beni kitaba bağlamayı başardı. Sonuç olarak kitap içinde kitap sevdiğim bir tekniktir, ama Oya Baydar tam olarak gerekli düzeni kuramamış da kitap biraz kendi kafasına göre gittiği yere gitmiş gibi geldi bana. Anlatımda da böyle çalakalemlikler var, özellikle bazı metaforlar o kadar çok tekrarlanıyor ki, başta bir anlam ifade etseler de, bu anlam kısa zamanda kayboluyor.

Ha, yok mu bu kitabın iyi bir tarafı yahu! Var, bir kere "Çöplüğün Generali" müthiş bir imge, hem bireysel hikayesi, hem sembolize ettiği şeyler çok başarılı, hedefi tam gözünden vuruyor. Çöplük insanlarının en temiz kalanlar olması da öyle. Hadi kabul edeyim, kollektif bilinç kaybı, ya da daha doğrusu beyin yıkanması da çok yerinde bir motif, bir de işlenmesi daha iyi yapılsaydı, çok daha iyi bir kitap okumuş olabilirdim.

No comments:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails