Tuesday, December 29, 2009

Bianet :: Cezaevi Müdüründen Askeri Kıyafet Giymeyi Reddeden Aydemir'e Falaka İddiası - Bianet

Bianet :: Cezaevi Müdüründen Askeri Kıyafet Giymeyi Reddeden Aydemir'e Falaka İddiası - Bianet

Avukatı Halim Yılmaz bianet'e, "Gözaltına alındıktan sonra cezaevine koyulan ve işkence gören vicdani retçi Enver Aydemir'e işkencenin sürdüğünü" söyledi. Yaptıkları son görüşmede Aydemir'in Cezaevi Müdürü albay Halil İbrahim Çakır'ın kendisini falakaya yatırdığı bilgisini verdiğini aktardı.

Yılmaz ve babası Ahmet Aydemir ilk etapta Aydemir'e yapılan işkencenin tespit edilmesini ve sorumluların cezalandırılmalarını istiyorlar.

Açlık grevi sürüyor

Dini nedeniyle askerlik yapmak istemediği için 31 Temmuz 2007'de tutuklanarak Eskişehir Askeri Cezaevi'ne konulan Aydemir, 04 Ekim 2007'de Eskişehir Askeri Mahkemesi'nde iki gün içinde mevcutsuz olarak birliğine teslim olması istenerek tahliye edildi. Ardından yaptığı açıklamada vicdani reddini yineledi.

Boğaziçi Üniversitesi'ndeki "Her Türk Asker Doğmaz" etkinliğine katılmak üzere yola çıkan Aydmeir, 24 Aralık Perşembe günü Kabataş vapur iskelesinde yapılan Genel Bilgi Tarama (GBT) yoklamasında hakkında çıkarılan yakalama emrine istinaden gözaltına alınarak askeri mahkemeye çıkarıldı. Buradan tutuklanarak Maltepe Askeri Cezaevine gönderildi.

Avukatlarına kendisine giydirilmek istenilen askeri kıyafeti giymeyi reddettiği için işkence yapıldığını, kaba dayağa maruz kaldığını ve çıplak bir halde soğuk bir odada sabaha kadar bekletildiğini söyleyen Aydemir'in eşi Kader Aydemir ve babası avukat Yılmaz'la birlikte suç duyurusunda bulundular.

Bugün görüştüğümüz babası vicdani retçinin Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) 550 soruluk Minnesota Kişilik Testi'ne tabii tutulduğunu anlattı.

Askeri psikiyatrisiler bu testin sonucuna göre Aydemir'in ruh sağlığı durumuna karar verecekler.

Aydemir'in kendisine yapılan kötü muameleyi ve işkenceyi protesto etmek amacıyla başlattığı açlık grevi altıncı gününde.(BÇ)

Sunday, December 20, 2009

For all my gay friends out there



Biraz önce uzun süredir izlediğim şu blog sayesinde 'A Jihad for Love'ı izledim. Hindistanlı gay yönetmen Parvez Sharma'nın İslam'daki homoseksüellik tabusunu irdelediği bu film, Hindistan, İran, Mısır, Türkiye, Fransa ve Güney Afrika gibi ülkelerden hikayeler anlatıyor. Bu gerçekten de İslami dünyadaki en büyük insan hakkı sorunlarından biri, bazı ülkelerde ise hala idamla cezalandırılıyor. Filmi izlemek isterseniz buradan, daha fazla bilgi isterseniz de buradan ulaşabilirsiniz.Bu arada filmin sonunda öğrendim ki, Türkiye'deki bölümü Berke Baş çekmiş. Fazlasıyla hayranlık duyduğum bu insan bu günlerde hangi belgeseli izlesem, bir yerinden çıkıyor valla.


I just watched 'A Jihad for Love' thanks to the blog I watched for a long time . The Indian gay director Parvez Sharma explores the taboo of homosexuality in Islam, with stories from India, Iran, Egpyt, Turkey, France, South Africa... This is indeed one of the biggest human rights problem in the islamic world, as it is punishable (even with death penalty) under the islamic law. Here is the link if you want to watch the film yourself, and here is some info from imdb.

Sunday, November 8, 2009

Güzel müzik güzel kadın/ Good Music, Beautiful Woman

Uzun zamandır bir albümü bu kadar tekrar tekrar dinlememiştim.
Sarkozy'nin karısı da olsa, Carla Bruni'nin sesi kendinden bile güzel.
Buyrun gözünüz gönlünüz açılsın...

I didn't listen to an album over and over this much for a long time.
Even though she is Sarkozy's wife, Carla Bruni's voice is even more beautiful then herself.
Let your eyes and ears feast... 


Thursday, November 5, 2009

Michelle Pfeiffer ya da Hülya Avşar


Buradan geçen gün beni facebook'tan tavlamaya çalışan arkadaşa seslenmek istiyorum, hayır sevgili arkadaşım o Hülya Avşar değil, Michelle Pfeiffer. Ve de yuh!... Bana başka şeylerle gelin lütfen!

Wednesday, November 4, 2009

placebo




In the cold light of morning while everyone is yawning,
you’re high
In the cold light of morning the party gets boring,
you're high
As your skin starts a scratchin', wave yesterdays actions goodbye

Forget past indiscretions
And stolen possessions
You’re high
In the cold light

In the cold light of morning while everyone’s yawning
You’re high
In the cold light of morning
You’re drunk sick from whoring and lie
Staring back from the mirror's
A face that you don’t recognise
It’s a loser, a sinner, a cock in a dildo’s disguise
In the cold light

Tomorrow
Tomorrow
Tomorrow

As your skin starts a scratchin'
And wave yesterdays action goodbye

Forget past indiscretions
And stolen possessions.
You’re high
In the cold light of day

Tomorrow’s only a kettle
Whistle
Whistle
Whistle
Whistle
Whistle
Whistle
Whistle
Whistle
Away

In the cold light of day

*Birileriyle Placebo dinlemeyi çok özlemişim ben...

* I missed to listen to Placebo with someone

Monday, October 26, 2009

Okuduğum Kitaplar Listesi- Güncelleme/ The Books I've Read List- Update

 Eylül:

September

Lanetliler- Joyce Carol Oates: Bu kitaptaki bazı hikayeleri çok beğendim, özellikle de bir kadını nasıl gereceğini çok iyi bildiğini söyleyebilirim. 

Haunted, Tales of the Grotesque- Joyce Carol Oates: I loved some of her stories a lot, she definitely knows what stresses a woman.

Mansfield Park-Jane Austen: I :heart: Austen 
 
Jacob's Room (Jacob'ın odası)- Virginia Woolf: Genelde iyi bir Woolf okuyucusuyumdur, ama doğruyu söylemek gerekirse, bu kitabı takip bile edemedim. Kitap ne hakkındaydı ki?

Jacob's Room-Virginia Woolf: I am usually a good Woolf reader, but to tell you the truth, I can't follow this book, what was it about again?

Ekim:

October

Çöl Çiçeği- Waris Dirie: Tamam, kitabın yazım tarzı biraz klişe ve acemiceydi, ama Dirie'nin hayatı çok etkileyici bir hayat. Özellikle Slovenya'da aynı odada kaldığım insanın her gece yatmadan önce ona kadın sünnetinin en iğrenç detaylarını okumama bayıldığını söyleyebilirim:)
Desert Flower- Waris Dirie: Ok, this book is a bit cheesy in style, but her life is very impressive. Especially my roommate in Slovenia enjoyed it a lot, as I read her all the grossy details of female circumstition, in bed before sleeping every night:)

Anayurt Oteli- Yusuf Atılgan: Bu kitabı uzun süredir okumak istiyordum, sonunda okudum.

Anayurt Oteli- Yusuf Atılgan: It was on my to-read list for a long time, so... finally!

Elveda Günsarı- Cengiz Aytmatov: Bazı yerleri okuması zordu, ama kendine özgü ve güçlü bir kalemi vardı Aytmatov'un.
Elveda Günsarı (So long, Gunsary)- Cengiz Aytmatov: A bit hard to read, but I appreciate his style.

ŞU ANA KADAR OKUNAN KİTAP SAYISI: 25



BOOKS READ SO FAR: 25

Saturday, October 17, 2009

ankara ankara güzel ankara seni görmek ister her bahtı kara

Yarın ankara'ya gidiyorum, çok istediğimden değil, aslında şu anda yapmayı en az istediğim şeylerden biri bu, çünkü korkunç bir gribin etkisi altındayım ve okul için yapmam gereken binlerce işim var.

I'm leaving for Ankara tomorrow, not that I want to, in fact that's one of the last things I want to do, since I also have a terrible flu and tons of work to do for the uni.-

Bu arada, dünyanın en gerizekalı yaratığı olan köpeğim dün akşam ısırıldı. Babam onu gezdirirken elli kere söylediğim halde hiçbir zaman tasmasını takmıyor ve köpüşüm kendi kendine dolaşırken, evin altındaki pastanede oturup çayını içiyor. Dün akşam da bizim köpüş ısırılıyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi geliyor eve gidiyor, ve gıkını bile çıkartmıyor. Uzun uzun tüylere sahip bir bünye olduğundan ne ısırık ne kan dışarıdan belli olmuyor. Neyse ki sabah fark etmişler ısırıkları da veterinere götürmüşler. Isırıklar bayağı kötü, özellikle de boynundaki... Mumya gibi oldu oğluşum bandajlar içinde, antibiyotikler yüzünden baygın yatıyor:(


My stupid stupid puppy got bitten by a big dog last night:( My father never took the leach when they wander around and he just sit in a cafe drinking tea, while my stupid stupid puppy go around and come back. I always say him not to, but he does it anyway. But last night, apparently he got bitten and the weird thing is he acted so normal that no one noticed it until the morning (I wasn't around, if I was, I would see it in a minute:P). The bites are bad, especially in his neck, but since he has long hair, the scars are not visible. He is all in bandages now, weak with antibiotics and painkillers:(((((

Tuesday, October 13, 2009

St. Stephen's Cathedral










Viyana Fotoğrafları/ Vienna photos


Sanat ve Doğa Müzesi yakınlarındaki parktaki heykel

Statue at the park near Art and Nature Museum



Burggarten'de Mozart heykeli

Statue of Mozart at the Burggarten



Viyana sokakları...

Vienna streets...

Belvedere, Vienna











Belvedere Castle&Garden, Vienna

Bratislava



Bratislava bayağı büyük bir hayalkırıklığı oldu, ülkeyi hiç sevmedim, insanlarını sevmedim, yemeklerini sevmedim... Ama, bir günlüğüne Viyana'ya kaçtık, işte orası hayal gibiydi. Koşar adımlarla bir sürü müthiş bina gördük ve tonlarca fotoğraf çektik. Bu yazıları sadece sanatsal fotoğraflarla sınırlı tutacağım, birbirinden acayip Viyana maceralarımızı okumak izleyeni buraya yönlendiriyorum. İşte Bratislava'dan beğendiğim tek fotoğraf.

At the end, Bratislava was a big disappointment, I didn't like the country, the people, anything... But we escaped to Vienna for a day where I saw a lot of breath-taking architecture and also took some nice photos. I will keep this post artistic-only, so here is the whole story (livejournal ) Here is the only photo I liked from Bratislava.

Monday, October 12, 2009

Yeni Header, Yeni Ad/ New Header&New Name

Çok çabuk sıkılan bir bünyeye sahip olduğumdan, (ve ilk izlediğimde işte hayatımın lafı dediğim o laf şimdi aklıma geldiğinden), blogumun adını değiştiriyorum: The Daughter of God and Alexandre Dumas. Filmdeki (week-end, Godard) asıl laf Tanrının ve alexandre Dumas'nın oğluydu ve İsa için kullanılıyordu.

Well, I get bored very easily and I just remember my favorite film quote, so here is the new header and the new name of my blog: The Daughter of God and Alexandre Dumas. The original quote was of course the son of God and Alexandre Dumas and is used for Christ, in Godard's Week-end. (Watch it if you didn't already!).

Bu haftanın header'ı da moda fotoğrafçısı Horst'ın Mainbocher Corset isimli fotoğrafı. Yeni adı ve header'ı seversiniz umarım.

The header of the week comes from the fashion photographer Horst, titled Mainbocher Corset. Hope you'll like the new name&header.

Cheers.

Monday, October 5, 2009

Biz dedik dinlemediler....


Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, hükümetin Romanlara yönelik ayrımcı düzenlemeleri kaldırmasını istedi.
Hammarberg, haziran sonunda Türkiye'ye yaptığı ziyaret çerçevesinde hazırladığı "Azınlıkların İnsan Hakları" raporunda, Romanlara yönelik hak ihlallerine geniş yer verdi. Bu bağlamda, Sulukule başta olmak üzere Türkiye'nin farklı yerlerinde sürdürülen "kentsel dönüşüm" projelerinin Roman kültürüne getirdiği yıkımın durdurulmasını istedi.

Yasalarda ayrımcılık

"Tabiiyetsiz veya yabancı devlet tabaası olan çingenelerin ve Türk kültürüne bağlı olmıyan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine İçişleri Bakanlığı salahiyetlidir" diyen 5683 sayılı yasa ayrımcılığa bir örnek.
Polisin Disiplinine, Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları Teşkilatı ile Vazifelerine Dair Talimatname'nin 134. maddesinde "esaslı bir meleği olmayan çingeneler" tanımı duruyor.

Kentsel dönüşüm

Roman hakları üzerine çalışan örgütler 2005'te çıkarılan yasanın ardından yürütülen "kentsel dönüşüm" çalışmalarının tüm Türkiye'de başlıca Roman yerleşimlerinin dağıtılması ve ortadan kaldırılmasına yol açtığını söylüyor.
Hammarberg, özellikle Ağustos ve Temmuz 2006'da Küçükbakkalköy ve Kağıthane'de gerçekleştirilen habersiz yıkımların endişe verici olduğunu söyledi. Sulukule'de gerçekleşen yıkımları hatırlatan Hammarberg, Roman ailelerin evsiz bırakıldığını vurguladı.
Bu tür zorla evinden etme uygulamalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin insanlık onurunu koruyan 3. maddesi ve aile yaşamını koruyan 8. maddesine aykırı olduğuna dair ciddi şüphesi bulunduğunu belirten Hammarberg, yaptığı ziyarette Sulukule'nin "harabe" halinde olduğunu gördüğünü vurguladı.
Fatih Belediyesi ve Roman topluluğu temsilcileriyle görüşen Hammarberg, yerinden edilen Romanların çoğunun zararının tazmin edilmediğini vurguladı ve yaşananların Roman çocuklar üzerindeki olumsuz etkisinden endişe duyduğunu ekledi.

Saturday, October 3, 2009

Yeni/New Header

Her hafta yeni bir header koyacağım dediğimin de, iki haftadır hiç böyle bir aktivitede bulunmadığımın da farkındayım (belki de 3 hafta, bilemedim şimdi). Ama bu kaotik ve acı dolu bir 2 (3) haftaydı benim için. Yeni header (bunun da türkçesini bilmiyorum) Dorothea Lange'in "At the Cotton Wagon, Migrant Agricultural Worker"ı (Eloy, Arizona, 1940). Her ne kadar zaman zaman etik değerlerinin eksikliğinden şikayet etsem de (bkz: The real migrant mother ), yine de fotoğraflarına bayılamdan edemiyorum. İşte hakkında birkaç bilgi:

I know I promise to put a new header every week and it's been two weeks already (or three? I dunno) full of chaos and heart-ache and frustration. The new header is Dorothea Lange's "At the Cotton Wagon, Migrant Agricultural Worker" (Eloy, Arizona, 1940). I may disagree with her ethics from time to time (e.g. my thoughs on the migrant mother ), I still cannot help to admire her work. Here is a little bit about her:

Dorothea Lange (26 Mayıs 1895- 11 Ekim 1965) Amerikalı belgesel fotoğrafçısı ve foto-gazetecisi, en çok Büyük Depresyon yıllarında Farm Security Administration (FSA) için çektiği fotoğraflarla bilinir. Lange'in fotoğraflaro Büyük Depresyonun trajik sonuçlarını insanlaştırmış ve sosyal belgesel fotoğrafçılığının doğmasında büyük etki sağlamıştır.

Dorothea Lange (May 26, 1895 – October 11, 1965) was an influential American documentary photographer and photojournalist, best known for her Depression-era work for the Farm Security Administration (FSA). Lange's photographs humanized the tragic consequences of the Great Depression and profoundly influenced the development of documentary photography.

Kaynak/Source: wikipedia

Film yapımcılığıyla ilgili bir workshop için bir haftalığına Bratislava'ya gidiyorum, bir hafta sonra görüşürüz... 

I'm off to Bratislava for a week to a workshop about film production (yay!), so see you in a week (hopefully with a new writing on the Maysles Brothers;))

Tuesday, September 15, 2009

Ben ve O, Sen ve O

Hani aşıkken ağzından çıkan her söz çok mantıklı gelir ya sevdiğinin, sanki bunca yüzyıldır hiçbir yazar, hiçbir filozofun ulaşamadığı yalınlıkla akar gerçek sevgilinin ağzından...

Aşk bitince de unutulur o gerçeklik, kenara köşeye karalanmış birkaç satır da okunmaz bir daha, hatta itinayla parçalanır, imha edilir.

Ben hala senin o sözlerine gerçeklik diyorum aradan yıllar geçmesine rağmen. ama sana söylemiyorum bunu, adını bile anmıyorum, sana bu zevki yaşatmamak için...

Hem zaten biz hiç biz olmadık ki, ben ve o, sen ve o... Sen ve ben... hiçbir zaman.

Yine de o sözler her aklıma geldiğinde, doğruluğuna bir kez daha inanıyorum, hem senin, hem sözlerinin. Sense...

Anlık

Gecenin bir köründe içli şarkılar dinliyorsam senin yüzünden
Eski yeşilçam filmlerine ağlamam senin yüzünden
Yemeği de senin yüzünden yaktım
Böyle buruk buruk bakmam da senin yüzünden

Senin yüzünden vazgeçemem
Senin yüzünden gülememem
Ve senin yüzünden gidememem

Geçmişle hesabım var
Seninle bir de,
Bundan sonra başıma gelen herşey
Senin yüzünden...

Sunday, September 6, 2009

Stop-Motion Filmmaking

Bugün size çok sevdiğim bir arkadaşımdan bahsetmek istiyorum, Özlem Akın. Özlem Altın Portakal da dahil olmak üzere Türkiye ve yurtdışında ödül kazanmış, 1 numara bir animasyoncu. (arkadaşım diye demiyorum.) Stop-motion filmler için dünya tatlısı kuklalar yapıyor ve bugünlerde yeni kısa filmini görücüye çıkartmaya hazırlanıyor.

Özlem Akın is a very successful young animator who won many awards in Turkey (including Antalya Golden Orange Film Festival Short Film Award) and abroad and is shown in many international festivals. In addition to all that wonderful qualities, she is also a friend of mine from my university (*proud smile*). She is making incredible puppets for stop-motion films and her new short film is about to be shown in the following days.

Üniversite'de bitirme tezi için Franz Kafka'nın "Gemeinschaft"ının stop-motion adaptasyonunu yapacağını söylediğinde herkes üstünde bayağı bir şok etkisi yaratmıştı, hadi şimdi yalan söylemeyelim, çoğu insan olur mu canım öyle şey deyip geçmişti, ama sonuç 10 küsür ödül oldu. Bu yüzden aşağıda filmini izlemenizi ve sitesini ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim.

She surprised a lot of people in the university when she stated that she'll do a stop-motion adaption of Franz Kafka's " Gemeinschaft" as a thesis project, but the result is 10 awards:) I strongly recommend you to watch the film above and visit her website .



Gemeinschaft from ozlem akin on Vimeo.


Gemeinschaft by Özlem Akın

I :heart: Özlem Akın

Saturday, September 5, 2009

Yeni blog makyajı/ New look

Eski blog arkaplanından hiç emin olamamıştım, yani arkaplan onuncu kere değişti. Yazmamın asıl nedeni header fotoğrafı olarak her hafta yeni bir fotoğraf kullanmaya karar verdiğimi söylemek içindi. Fotoğrafların ilki en sevdiğim fotoğrafçım Cindy Sherman'dan geliyor tabii ki. "Untitled Film Still, 58" (1980). İsterseniz önceki yazımdan Cindy Sherman'la ilgili daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

I wasn't sure about the lastest blog template so I changed it, I think it is better that way, don't you think? Anyway, I'm just writing to let you know that I'm intented to put a new photo to my header every week. The first-one is from my favorite photographer Cindy Sherman of course. The title of the photo is "untitled film still, 58" (1980). Read more about Sherman if you like at my post: The Female Gaze of the Off Screen.

Bir Mum Yak/ Light a Candle

 

Thursday, September 3, 2009

Rum Meyhanesi Helasında Rum Kilisesi


Bahsettiğim yer Moda'da Aya Ekaterini Kilisesi, ya da Ayazması. Aya Ekaterini'nin hikayesi rivayete göre şöyle: Dorothea adlı aristokrat, putperest bir ailenin kızı milattan sonra 294 yılında İskenderiye'de doğar. Felsefe, hitabet, şiir, müzik, fizik gibi değişik alanlarda eğitim alan ve çok bilgili olan Dorothea aynı zamanda çok güzel, görenin bir daha bakma gerekliliği hissettiği o şanslı kadınlardandır. Birgün bir Hristiyan rahip tarafından İsa'yla tanıştırılır ve Hristiyanlığı kabul eder. Vaftiz ismi de "taçlandırılmış baş" anlamına gelen Ekaterini olur.

Putperest Kral Maksimianus döneminde İsa'ya bağlılığını açıklayan Ekaterini'yi vazgeçirmek için kral felsefe ve bilim adamlarını onunla tartışmaya yollar, ancak bu olay felsefe ve bilimadamlarının Hrsitiyan olmasıyla sonuçlanır, Ekaterini intihar eder.

Aya Ekaterini'nin naaşının Sina Dağı'nın tepesine gömüldüğü rivayet edilir.

1920'li yıllarda balıkçıların şimdiki Koço Restoran'ın oralarda şifalı bir su olduğunu iddia etmesiyle Aya Ekaterini Ayazma'sı macerası başlar. Efsane dilden dile yayılır.

Gelelim 1950'lerin Moda'sına. Nazım Hikmet gibi yazarların da ortak olduğu Koço Restoran, Mühürdar'daki yerini Moda İskelesi'ne taşır, yalnız restoran tam ayazmanın üstünde olduğu için müşteri elini eteğini restorandan çeker. Koço din adamlarına danışır ve Aya Ekaterini Kilisesi açılır. Aslında kilise içinde birkaç ikona ve mum dikme yeri bulunan küçük bir odadan ibaret. Üstelik Çarşamba ve Cuma günleri bir rahip de bulunuyor, yani faal bir kilise. Kutsal suyun çıktığı(-nı umduğum) bir de çeşmesi var.


Ben burada, internette birkaç yazıda okuduğum gibi "Ay, İstanbul ne şahane şehir, bak süprizi bitmiyor, dünyada bir tek bizde meyhane içinde kilise var" diye şeker bir yorum getiremeyeceğim. Evet, dünyada bir tek bizde böyle bir durum var, çünkü bizde (özellikle son dönemlerde- Cumhuriyet Dönemi'nde) toplumun çoğunluğunun inandığından başka hiçbir dine saygı yok. Bizde restoran içinde kilise var, bizde misyoner diye gayrimüslimler öldürülüyor, bizde mahalle baskısı diye millete zorla oruç tutturuluyor, sonra da yılda bir devlet büyükleriyle çeşitli din başkanları oturup hoşbeş ediyor, adı da din özgürlüğü oluyor.

İş meyhane içinde kiliseden de vahim, çünkü kiliseye girmek için Koço'nun  tuvaletlerinin yanından geçilmesi gerekiyor.Dünyanın en temiz tuvaleti bile olsa sevimsiz olan bu durum, bakımsız ve sinekler uçuşan bir tuvalet olunca iş daha da çirkinleşiyor...

Son bir not,  dileklerinin kabul olduğunu duyduğum çok fazla insan da var. Benim de işim Allah'a kaldığı için (bilen biliyor!), 5 yıl Moda'da okuyup bilmediğim bu kiliseye gidip bir mum yakmaya karar verdim. Duyumlarıma göre üç Çarşamba üstüste gidilmesi gerekiyormuş ve Ekaterini sevgilisine kavuşamadan öldüğü için, aşk konularında dualar kabul olmuyormuş ama iş ve para konularında dilekler hemen çıkıyormuş. Darısı başıma...

Ravioli nasıl yapılmaz/ How not to make a ravioli

Bugün niyetim 'La Cucina Italiana'dan bulduğum ravioli tarifini yapıp, "Oh ben ne iyi aşçıyım" diye burada ahkam kesmekti. Ama, burada onun yerine ravioli nasıl yapılmaz onu yazmak zorunda kaldım, utanmadan da yazıyorum:


Today, I intented to do the ravioli recipe that I found in 'La Cucina Italiana' and write a blog bragging about my cooking skills. But instead, I have to write a post how not to make a ravioli, and mind you, I have no shame in writing this:
 



Ravioli nedir?
Efendim ravioli İtalyanların mantısı diye tabir edebileceğimiz, hamur açılıp içine ister peynir, ister et, tavuk vs. konulup suda haşlanan bir makarna çeşitidir.

What is ravioli?
Ravioli is a sort of an Italian dumplings, made by putting cheese, meat, chicken etc. in a dough and boiling it.
 

Ravioli nasıl yapılır?
Tarife göre, un, yumurta,tuz,su karıştırmak suretiyle bir hamur hazırlanır. Sonra hamur açılır 6 cm çapında yuvarlaklar kesilir, içine malzeme konur ikiye katlanıp suda haşlanır.

How to make a ravioli?
According to the recipe, a dough is made by flour, salt, eggs and water. Then the dough is rolled out and cut in 6 cm round pieces, the stuffing is put in and the raviolis are boiled into hot water.

Ravioli nasıl yapılmaz?
Ravioli yemek kitabında pişmiş hali büyüklüğünde parçalar kesilip yapılmaz.

How not to make raviolis?
 Raviolis are not cut in pieces as big as shown in the cook-book when they are all cooked.
 

Neden?
Çünkü suda şişen sevgili raviolicikler kafam kadar poğaça haline gelirler.

Why?
Because the dear raviolis swallowed in the water become as big as 'pogaca's.
  

Poğaça nedir? Nasıl yapılır?
Poçağa Türk mutfağının sevilen bir hamur işi olup, ravioliye benzer şeklinde hazırlanır ama fırında pişer. POĞAÇA SUDA HAŞLANABİLEN BİR YİYECEK DEĞİLDİR!!!

What are pogacas? How to make them.
Pogaca is a Turkish pastry, and made similarly to ravioli, but then will be put to the oven. POGACA IS NOT A FOOD THAT CAN BOIL IN THE WATER!!!
  

Sonuç
Suda poğaça haşlamaya çalışan sevgili blog yazarımız (moi), bir yarım saat kadar inatla bekler, ama gittikçe şişen raviolicikler dağılmaya başlayınca vazcayıp raviolicikleri çöpe atmak durumda kalır. Bu durumdan canı sıkılmış olan sevgili aşçı, adam gibi makarnasını haşlar, üstüne (sözde) ravioli için yaptığı süper krema sosunu döker, ama iştahı kaçmıştır, ondan da yemez, aç kalır.
Ayrıca zorluklardan yılmayan blog yazarı, haftaya yeni bir denemeyle, ve bu kez mini minicik içi dolu turşucuk raviolilerle yeni denemesini yapmayı kafaya takar.

Conclusion
The dear blogger who tried to boil pogacas (moi), waited stubbornly for half an hour, but when the raviolis continuing swallowing and swallowing started to get crumbled she had to throw them away. The de-lovely cook who became very upset of this situation, then boils some pasta and put the creamy sauce that she made for the raviolis. But she lost her appetite and stayed hungry.
Also, the blogger who is not afraid of any set-backs, decided to try to make the itsy bitsy raviolis next week.

Devamı haftaya...
More on later....

Saturday, August 29, 2009

Gay Interest Film

http://gayinterestfilms.blogspot.com/

Bu site, dünyadan hemen hemen her gaylerle ilgili filmin toplandığı harika bir site. Sitede filmler hakkında bilgiler, eleştiriler, trailer'lar, fotoğraflar ve film özetlerinim yanında, filmlerden bazılarının rapidshare link'lerini de bulmak mümkün. Sevgili gay arkadaşlarım ve tüm gay sevenlere kokulu kokulu öpücüklerimle birlikte yolluyorum anacığım.

This is a wonderful sites which collects most of the films about gays or with gay people in it from all over the world. The site has reviews, trailers, photos and synopsis of the films, and also rapidshare links of some films. So my gay friends, and friends of gay community, enjoy!

Okuduğum Kitaplar Listesi/ The Books I've Read So Far List

Livejournal'daki her yıl okuduğum kitaplar hakkında tuttuğum geleneksel listemi bloguma da taşıyorum.

I have a tradition of making a list about books I've read the year that I'm in in livejournal. I carry the tradition to my blog too.
 
OCAK/ JANUARY


-Lost Souls (Kayıp Ruhlar)- Poppy Z. Brite: Sonunda e-bay'den ucuz bir kopyasını bulup aldım. Bütün yabancı arkadaşlarım bu kitaptan bahsedip duruyordu, iyi de bir kiyap, ama yine de ben 'Drawing Blood'ı daha çok seviyorum.


-Lost Souls-Poppy Z. Brite: I finally found a cheap copy in e-bay and bought it, it was very good, but i still liked Drawing Blood better.

ŞUBAT/ FEBRUARY


-Öncesi ve Sonrası: Bu kitap babamın karısının yazdığı ikinci kitap. Fena değil, ama şaheser de değildi hani...

-Oncesi Ve Sonrasi(Before and After):
Actually this is the second book that the wife of my mother wrote. Not bad, but not very good either to tell you the thruth, and it is not because I love my mom better:P



Yeşil Elmalar- Nazım Hikmet: Bu kitap hakkında ne düşüneceğimi gerçekten bilmiyorum, tipik bir Nazım kitabı olmadığı kesin, ben Nazım'ı pulp-fiction tadında Amerikan macera romanı yazan biri olarak bilmezdim. Parodi mi desem, iyi parodi olsun da anlamı ne bilemedim. Eğlenceli kitaptı ama, Avusturalya'da elmas madenlerinde ve jungle'larında geçen 2. Dünya Savaşı filmiyle film noir arası birşey...


-Yesil Elmalar (Green Apples)- Nazım Hikmet: I don't know what to think about this book, Nazım Hikmet usually writes in social realism, but this book was a pulp fiction of American cheesy adventure, diamond mins in Australia, Second World War, Film Noir... It was interesting, that's for sure.

 
-Esir Şehrin İnsanları- Kemal Tahir: Herkesin kesinlikle okuması gereken bir üçleme. Ben seneler önce TRT'de dizisini izlemiştim, başrolde Cem Kınay oynuyordu, Zuhal Olcay da Halide Edip'i. O dönemde Türk edebiyatından bu kadar iyi yazılmış bir roman doğrusu zor çıkıyor. Karakter gelişiminden, olay örgüsüne, karakterin hayatıyla tarihi gerçeklerin hikayeyi ilerletmede etken olarak kullanılma şekli...


-Esir Şehrin Insanlari-Kemal Tahir: A triology about the Independence War years' Istanbul. Very good story with very powerful authoring, I was really fascinated by these books.

-Esir Şehrin Mahpusu- Kemal Tahir

MART/ MARCH

-Yol Ayrimi- Kemal Tahir


-Ruhlar Evi- Isabel Allende:
Allende'den bir şey okumayı uzun süredir istiyordum, bu kitapta okunacaklar listesindeydi, ama okumak şimdiye kısmet oldu. Şimdi bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu anlıyorum. Kitabın arkasındaki yorumda Allende'nin 'neredeyse Marquez kadar iyi' olduğunu yazıyordu, ama bence Marquez'den çok daha iyi bir yazar. 'Yüzyıllık Yalnızlık' edebiyat tarihinin en iyi kitaplarından biri evet, ama Marquez'in öbür kitaplarından onun kadar zevk aldığımı söyleyemeyeceğim. (Kolera zamanında aşk'ı daha okumadım ama, belki o da Yüzyıllık Yalnızlık kadar iyidir.) Neyse, Allende'ye dönecek olursak, Ruhlar Evi  Şilinin politik geçmişini güçlü ve mistik bir örümcek ağı yapısında anlatıyor. Zaten ben Latin Amerika edebiyatının hastasıyım, bunu bir kere daha anladım.


-The Spirit of Houses- Isabel Allende: I wanted to read something by Allende for years and this books was on my list, but I could never start with it until now. I now see that this was a big mistake. Someone said on the back of the book that she was almost as good as Marquez, but I personally think that she is far more better. 'A 100 years of solitude' is one of the best books written, but I'm constantly disappointed with other Marquez books (I still didn't read Love at the time of cholera though, maybe it will be as good). Well, back to Allende, the Spirit of Houses' story embraces Chile's political history, with a powerful, magical spider web structure of storytelling. I'm completely fascinated by Latin America literature.

NİSAN/ APRIL



-Kanlı Pazartesiler- Gabriel Garcia Marquez: Bu kitap 'Benim Hüzünlü Orospularım'dan daha iyi bir kitaptı bence, ama yine de 'Yüzyıllık Yalnızlık'ın yanına bile yaklaşamaz.


-Cronica de una muerta anunciada (I cannot find theEnglish Title)-Gabriel-Garcia Marquez:
This Marquez book was better than my melancholic whores in my opinion, but not half as good as A Hundred Years of Solitude.

MAYIS/ MAY


-İkna- Jane Austen:
Eğlenceli bir kitap, ama romantik bir kitaptan başka bir şey gibi gelmedi bana. Jane Austen'ın normal ironik havasını görmedim bu kitapta.


-Persuasion-Jane Austen:Fun to read, but it felt more like a romance if you ask me.


-Hayat Başka Yerde- Milan Kundera: Kundera hakkında ne denebilir ki? Dahi herifin teki ve gerçeklikten gözümün önünde kanlanıp canlanan kompleks karakterler yaratmakta tanıdığım en iyi yazar. Karmaşık, sığ, yaşayan ve nefes alan insanlar tüm karakterleri, ama ona buna ahkam da kesmiyorlar, bu da Kundera'yı benim en sevdiğim yazarlardan biri yapıyor.


-La Vie est Ailleurs (The Life is Somewhere Else)- Milan Kundera: What can I say about Kundera? He is a genious and I particularily appreciate his characters. They are complicated, shallow, living, breathing human beings that fascinate me.


-Mrs. Dalloway- Virginia Woolf: Bu kitabı da yıllardır okumak istiyordum, ama aynı zamanda İngilizcesini okumak istiyordum ama bir türlü bulamadım. Bulamadıkça da takıntı haline getirdim ve Türkçesini okumayı red ettim. Virginia Woolf'un diğer tüm kitaplarının İngilizcesi İstanbul'da bulunurken, en az 3 ayda bir periodik olarak İngilizce kitap satan bütün kitapçılara bakmama rağmen, Mrs. Dalloway yok da yok. Hatta, Berlin'de bile bulamadım. Tam ümidimi kaybetmiştim ki, kitabı, üstelik özel bir basımıyla, sırma yapraklı olarak Budapeşte'de buldum. Her zamanki gibi tatili yeterli kitap getirmemiştim, o yüzden Budapeşte'de çılgınca İngilizce kitap aramaya başladım. Derken Alman bir zincir kitapçıyı gördüm bir alışveriş merkezinde, girdim bir de ne göreyim, bu güzellik İngilizce kitaplar bölümünün en üstünde duruyor. Mucize gibi değil mi?

-Mrs. Dalloway- Virginia Woolf: I wanted to read this book for ages too, but I was obsessed with reading it in English. Every other Woolf book, you can find in english in Istanbul, but Mrs. Dalloway, nooo. I searched all the bookstores that sells english books periodically every 3-4 months, but I finally found it in Budapest. It was poetic really. As always, I didn't bring enough books to a vacation, so I was desperately looking to find an english book. There was only one mall that I knew in Budapest, I went there, there was a big bookstore. And Mrs. Dalloway was just sitting at the top of English books. Isn't it magical?

HAZİRAN/ JUNE

-Making Documentary Films and Videos

 
-Ariel- Sylvia Plath: Sonunda paraya kıyıp Amazon'dan İngilizce bir kopyasını imzaladım. Bu kitabın revised versiyonunu almak benim için çok önemliydi, çünkü ilk baskılarında, pislik kocası Ted Hughes beyefendi, karısının ölümünden sonra el yazmasından bazı şiirleri çıkarmak ve şiirlerin yerlerini değiştirmek gibi bir denyoluk yapmıştı. Üstelik sadece revised versiyonunu bulmadım, bir de elyazması kopyanın birebir baskısını (facsimile diyorlar buna, el yazmasını tarayıp basıyorlar) buldum. Daha ne olsun!


-Ariel- Sylvia Plath: I finally ordered a copy in English from Amazon. It was very important for me to get a revised copy where the editor put the poems that exactly Plath puts in the manuscript (that means that not the book that his cheating husband Ted Hudges found the liberty to cancel some poems and change the order after her death). I did better, I found a manuscript facsimile copy, which also have scanned versions of the manuscripts with the notes and editions she hand-made. Wohooo

TEMMUZ/ JULY



-Yüksek Topuklar- Murathan Mungan: Murathan Mungan'ı niye bu kadar seviyorlar hiç anlayamıyorum. Hele bu kalın kitap, kesinlikle okumak için harcadığım zamana değmedi. Kitapla ilgili tek birşeyi bile beğenmedim. Lütfen biri bana, orta yaşlı, hayatındaki istinasız herşey hakkında 500 sayfa boyunca laf edip sızlanan bir kitabın nesini beğendiklerini söyleyebilir mi? Herkes nasıl böyle kolay kategorilere sokulabilir ve nasıl herkes yanlış olur da, bir bu kadın doğru olur her seferinde?


-Yüksek Topuklar (High Heels)-Murathan Mungan: They make a big fuss about this Turkish writer that I don't get. This is the second book I read by him, and this wasn't worth the time. I didn't like a single thing about the book. (For Turkish readers of this blog, please somebody tell me what the fuss is about a bitter middle-aged woman bitching about absolutely everything that goes around her, but absolutely everything. How is it possible, how can everbody be so easily categorized and be wrong and only this protagonist can be right about stuff?)

-Dead Until Dark- Charlaine Harris: Tamam, çok fazla pulp-fiction okuduğumu biliyorum. Ama bunun için True Blood'ın yaratıldığı seriden daha iyi bir kitap düşünülebilir mi?



-Dead Until Dark-Charlaine Harris: So what, I want to read some pulp fiction. What better series that originate True Blood:)
 
-Living Dead in Dallas- Charlaine Harris

-Living Dead in Dallas-Charlaine Harris

AĞUSTOS/ AUGUST

-Club Dead- Charlaine Harris


-Dead to the World- Charlaine Harris:
Tamam, sadece 1 tane vampir kitabı okumadım, 4 tane birden okudum. Çok güzeller, n'apıyım?


-Dead to the World-Charlaine Harris: So ok, I didn't only want to read one pulp novel, but four. They are good, so, who cares?


Romanın Hazırlanışı- Préparation du Roman)- Roland Barthes: Kitap, Barthes'ın üniversitede verdiği seminerlerin notlarından oluşuyor. Bizzat Barthes'ın dersleri anlatmak için tuttuğu notlar, asistanı tarafından birleştirilmiş. Gerçekten çok etkileyici bir kitap, ama romanın hazırlanışı dışında herşeyden bahsediyor. Romanın haikunun (Barthes'a göre 'notlar') tam tersi olduğunu düşünüyor ve notları bir romana dönüştürmenin yollarını arıyor (ama bulamıyor:P). Sorun, Barthes'ın o dönem bir roman yazmaya çalışması, ama sadece romanla ilgili notlar almaktan öteye geçememesi. Yine de, fikirleri çok etkileyici ve her zamanki gibi çok orijinal ve kendine has.

-Preparation du Roman (Preparation of a Novel)-Roland Barthes: This book is Barthes' lectures that he gave in one university semester. His thoughts are as always really fascinating, but he talks about anything but preparing a novel. He founds the novel the opposite of a haiku (which he calls notes) and he tries to find a way to turn this notes into a novel (he didn't find a way at the end). The problem is that he was trying to write a novel at the moment, but all he could do is to take notes (quiet like me, actually). Fascinating ideas though.


-Madame Bovary- Gustave Flaubert: Ada Kitap'da tesadüfen Madame Bovary'nin Fransızca ikinci el bir kopyasını buldum, Fransızcam biraz paslanmış olsa da (Fransızca roman okumayalı yıllar olmuştu doğrusu), yine de bu kitabı asıl dilinde okumak istedim. Hala da okumaktayım, o yüzden sadece Barthes'ın Madame Bovary hakkında söyledikleriyle yetineceğim: "Emma kelimeler için yaşadı ve kelimeler yüzünden öldü." Nasıl öldüğünü henüz bilmiyorum, ama okuduğum kadarı uygun gözüküyor.

-Madame Bovary- Flaubert: I found a french second hand copy of this by chance and eventhough my french is rusty ( I didn't read in french for ages), I wanted to read this in its original language. Work still in progress, I will just say what Barthes said about it :"Words was what Emma lived for and word was why she died". I don't know about her death yet, but I found the idea very accurate so far.

ŞİMDİYE KADAR OKUNAN KİTAPLAR: 19


BOOKS READ SO FAR:19

Tuesday, August 25, 2009

Sabahın ilk saatlerinde bilincim aktı

Müzik artık kulaklarımı ağrıtıyor, sesi kısıp duruyorum, ama kapatmıyorum. Fiziksel acı iyi geliyor böyle zamanlarda. Gözümün önünden eski insanlar geçiyor, bir zamanlar çok önemli olmuş aşklar, unutulmuş arkadaşlar, beni unutanlar... Bazıları bana daha çok roman kahramanları gibi geliyor, uzakta, soğuk bir nefes gibi. Oradalar ama, çok uzakta değil, uzansam tutarım belki. Uzanmıyorum. Yüzümde bir şey bana ait olmayan... Geceleri niye uyur insan da, güneşin doğuşunu izlemez böyle zamanlarda anlıyorum. Peki niye uyumaz, ama yine de perdeler sımsıkı kapalı bir bilgisayar ekranına bakar?
Karanlık yanlızlığıyla yüz göz eder insanı ama, bu gece çevremde sonsuz sayıda insan var. Kimi gerçek... kimi de uydurma. Yazmak isteyip de bir türlü cesaret edemediğim romanın kahramanı uzaktan bakıyor, sitemli sesi geliyor kulaklarıma. Ararım deyip aramadığım biri şarkı söylüyor anlamadığım bir dilde. Eski bir sevgili sevişiyor hoyratça, gözleri içimi parçalıyor hala. Ben kendime yeterim, yalnız da ayağa kalkabilirim diyorum hep, ama böyle gecelerde, yorgunken, sigaradan çatallaşan sesim çıkmaz olunca öyle hissetmiyor artık insan.
Geçmişimdeki insanlar bakıyor bana, geçmişteki insanlar beni gözetliyor. Hatta gözetlemekten de öte bir şey bu, gözleriyle beni yok ediyor. Acıtmak, kanatmak istiyor, biliyorum... Her zamanki gibi kaçıyorum. Kapatıyorum gözlerimi, müzik de kapanıyor...Kapatıyorum gözlerimi, etraf kapkaranlık sessiz. Lanet martılar var sadece, lanet martılar gırtlaklarını yırtıyorlar. Sadece denize uzak oturanlara romantik gelir martılar... Deniz insanı bilir martıların ne büyük bela olduğunu.
Gözlerimi kapıyorum, müzik susuyor, martılar uçuyor sadece geçmişten...

Monday, August 24, 2009

My postcard blog



10 yaşımdan beri mektup yazdım, bu da bana geniş sayılabilecek bir kartpostal koleksiyonu kazandırdı. Sonunda iyice delirip bir de onları tarayıp bilgisayara aldım, işte Leslie'den özendiğim kartpostal blogum.

I sent and received letters since I was 10 and I have a (let's say) large postcard collection. Finally I got crazy and scanned them, so here is my postcard blog, inspired by Leslie.

http://zeynepsmailbox.blogspot.com/

Friday, August 21, 2009

One Night Stand



Zeynep Şehiraltı gururla sunar....One Night Stand, Küçük İskender hakkında 15 dakikalık bir belgesel.

Zeynep Şehiraltı proudly presents... One Night Stand. A 15 minute split-screen documentary about Küçük İskender, a Turkish, underground, gay poet.

Distorted



Zeynep Şehiraltı gururla sunar... Distorted, deneysel bir proje.
Zeynep Şehiraltı proudly presents...Distorted, an experimental project.

Music Box



Gözde'yle birlikte yaptığım ilk filmim, ve ilk ve tek oyunculuk denemem.
The first project I did with Gözde :D

Daytime Tv is Bad for Your Health



Zeynep Şehiraltı gururla sunar... Deneysel sinema dersi için yaptığım 2. film
2nd project I did for the experimental cinema class

Dikkat Gey Çıkabilir



Bu yıl canım sıkıldıkça kendimi Şile ya da Beykoz-Poyrazköy yoluna vuruyorum. Şile'de Üvezli diye küçük bir köy var, orada inanılmaz gözlemeler yapıyorlar, 30 çeşit baharatlı. Yaşlı bir karı koca işletiyor yeri, kadın Gürcü göçmeni, adam Alamancı, su yataklarının gece nasıl patladığını filan anlatıyorlar.

This is year I found myself either in Sile or in the road of Beykoz-Poyrazköy. Both are just at the end of Istanbul, Sile is on the Black Sea shore with wonderful pine forests on the road and the road of Beykoz is the most green place in Istanbul. There is this little village called Üvezli on the road to Sile, they make incredible 'gözleme's with 30 kind of spices. A young couple own the place, the woman is an Georgian immigrant, the man stayed in Germany for long years and they talk about stuff like how their water bed was exploded one night.


 
Sonra da böyle ormanın içinde fotoğraf çekiyorum. Poyrazköy yolunda "dikkat geyik-karaca çıkabilir" diye tabelalar var, ama maalesef daha hiç geyik  göremedim. İşgüzar birinin söylediği gibi (üst-sağ foto) yoluma gay filan da çıkmadı, ama hala ümit ediyorum (gay değil, geyik çıksın diye:P)

I also take photos like that. There are signs that says "Attention for the deers" on the road to Poyrazköy, but unfortunately I never saw one. 

 


Aşık oldum!/ I'm in love



İşte bu kuçuya fena halde aşık oldum. Hatta geçen hafta oyuncak gibi koynumda bile
uyudu. Kendisi Serseri, belli etmiyor ama kocaman bir oğlan -10 yaşında-. Şımarık,
sevimli, eğlenceli bir yaratık kendisi. Kaşınmaktan, kendinden çoook daha büyük köpeklerden
ve bulabildiği herşeyi yemekten hoşlanıyor. Suculardan, motorsikletten ve en çok da fotoğrafının
çekilmesinden nefret ediyor. (Fotoğraflardaki surat ifadesinden anlayabilirsiniz sanırım).
Fotoğraf makinesini (hatta fotoğraf çeken cep telefonunu) ortaya çıkardığınızda anında yüzünü saklıyor, olur da çekmeyi başarırsanız kötü kötü hırlıyor, sonra da gelip fotoğrafa bakmaya çalışıyor:P

I'm in love with this doggie very badly. We even cuddled and slept together like he was a stuffed animal. He's name is Serseri, you cannot tell, but he is a very old 10 year old boy. Spoiled, funny, cute... He likes to get scratched, dogs way too big for him and eat everything he can found. He hates carriers, motorcycles and most of all get photographed.He hides his face every time he saw a camera (even a cellphone), and if you manage to catch him, he snarls and then comes to look at himself on the camera:P
 

Budapeşte/ Budapest

AB'nin beni ne kadar çok sevdiğinin 2. durağı Budapeşte'ydi! Mayıs'ta yine 1 haftalık bir workshop için bu kez Budapeşte'ye gittik. Üniversite yaşantım oldukça yorucu bir haldeydi, yani boş vakit inanılmaz iyi geldi. Workshop bu sefer daha ileri seviyedeydi ve hava çok güzeldi (şehir de). Üstelik bu sefer şehir merkezinde kaldık, yani şehri istediğimiz gibi gezebildik. Fara Sabina'daki kadar güzel fotoğraflarım yok bu sefer, ama işte size güzelleri:

Next stop on how EU loves me, Budapest! We went again for a week-long workshop to Budapest in May. The university was exhausting at the time, so I enjoy some free time a lot. The workshops were more advanced this time and the wheather was beautiful (the city too). Plus, we stayed at the center of the city, so we wander a lot. I didn't get as much good shots as in Fara Sabina, but here are the good-ones:




 Chain Bridge



 Parlamento Binası

Parliament Building


Fashion Street ve New Yorker

Fashion Street and New Yorker



Budapeşte sokaklarından izlenimler.
Some impressions I got from the streets of Budapest.







Buda Kalesi.

Buda Castle.


Uçakta hep çok sıkılıyorum.
I always get very bored on the plane.

Şarap, Makarna ve Yakışıklı İtalyan Erkekleri/ Wine, Pasta and Cute Italian Guys

Roma'yı sadece bir öğleden sonra görebildim ve hiç de yeterli değildi, ama işte bir öğleden sonraya sığdırabildiklerim.

We could only see Rome on one afternoon, and it wasn't enough of course, but here are what I can get out of it.




Colloseo


Roma Forumu

Roman Forum




 Düğün Pastası

 Wedding cake






Modanın başkenti!
Capital of fashion it is!




  Navona Meydanı

Piazza Navona


Aşıklar Çeşmesi

Lover's Fountain


Pantheon

Pantheon

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails