Sunday, June 27, 2010

Fashion Inspritation 3/Moda İlhamları 3- The Bright Star

İşten eve erken geldim (evet Pazar günü de çalışıyorum ve saat altıda çıkmayı erken olarak görüyorum!) ve size bir kıyak yapayım dedim. Bu filmi birkaç hafta önce izlemiştim, erken yaşta ölen ünlü şair John Keats'in büyük ve hazin aşkının anlatıldığı 'The Bright Star' film olarak "eh" kategorisinde olsa da, kostüm departmanının ellerinden öperim...

I left work early today (yes I work on Sundays too and I consider leaving it at 6 p.m. as early!) and wanted to do a nice thing for my blog. I saw this film a couple of weeks ago, 'The Bright Star' which tells the big and sad love story of John Keats who died a very young age is not a very good film in general, but the costume department got an A+ from me...
 



Bu en sevdiğim kıyafet, gri-mavi çizgili elbise üstüne kırmızı çizgili cepken, kim akıl etmişse helal olsun!

This is my favorite ensemble, red striped half-jacket on top of grey/blue striped dress! Oh my!
 

Friday, June 25, 2010

Photography Fridays/Fotoğraflı Cumalar-Robert Frank

Bu hafta 1950'lerde çıkardığı 'The Americans' fotoğraf kitabıyla Amerikan popüler kültürünü değiştirmiş fotoğrafçı Robert Frank'in fotoğraflarına bakacağız.

This week, we'll be looking at Robert Frank who changed American popular culture and created many controversies in post-war America of the 50's with his photo book 'The Americans'.



 



“Drug Store—Detroit” (1955). To the earliest viewers of “The Americans,”


Wednesday, June 23, 2010

Musical Wednesdays/Müzikli Çarşambalar-Gogol Bordello

Bu haftaki Sinemalı Pazartesiler, Pazartesi işten 10'da dönen blog yazarınca yatağa tercih edilemedi, özürlerimi sunarım ama benim hayatım olmuş sinema, yazamadım valla.

As you may notice, 'Cinema Mondays' was, ehem, absent from the blog, because when I came home from work at 10 p.m. I chose my bed to tell you the truth. I apologize, but since my work and life is cinema now, I couldn't bring myself to write one this week.

Bu yüzden de sizin gönlünüzü dünya üzerindeki en sevdiğim grubun, en eğlenceli şarkısıyla almaya çalışıyorum, sakın oturarak dinlemeyiniz, dans ediniz, hoplayınız eğleniniz...

So, I give you the funnest song of my absolute favorite band on earth, don't listen it while sitting, jump, hop, dance...

Friday, June 18, 2010

Okuduğum Kitaplar Listesi- 2010/ Books I read list 2010- Update

Mayıs/May

Ecce Homo- Friedrich Nietzsche

Northanger Abbey- Jane Austen: Yorumum burada

                                                          You can read the full review here

Öte Yer-Sadık Yemni: Sarp'ın maceralarının ikinci kitabında bu sefer karşımızda 18 yaşında çıtır (!) bir Sarp, ilk cinsel uyanışlar, CIA ajanları ve yine "öte yer"le ilgili bir hikaye var. Tabii ki yine çok eğlenceli ve bir solukta okunuyor.

Turkish Ordeal- Halide Edib Adıvar: Yorumum ve kitabın tamamını indirmek için buraya
                                                                 You can read my review and download the whole book here

ŞİMDİYE KADAR OKUNAN KİTAP SAYISI/ BOOKS READ SO FAR: 16  

Photography Fridays/Fotoğraflı Cumalar-Jim Kazanjiyan

Bu haftaki fotoğrafçımız, fotoğrafları dijital yolla birleştirip bambaşka imajlar/nesneler yaratıyor. Kino pravda insanı olan ben çok beğendim, ya siz?

This week's photographer adds different images together to create a completely different image/object. A Kino-Pravda lover like me loves it a lot, do you?


Untitled Façade

Untitled Folly

Untitled Low Tide

Untitled Outpost

Untitled Implosion

Ve favorim/ and my favorite
Untitled House

Orijinalleri ve daha fazlası için Jim Kazanjiyan

For the originals and more, see Jim Kazanjiyan

Thursday, June 17, 2010

Sene 1974, Sean Connery Salacak'ta Koyunlarla/ The Year is 1974 and Sean Connery is between sheep in Istanbul

 Yanlış okumadınız efendim, bugün kütüphanede arşiv tararken bulduğum bu fotoğrafı size de göstermeden edemedim. Sean Connery bir kısmı Türkiye'de çekilen "Murder on the Orient Express" filmi için Salacak'ta. Yanındaki koyunlar ne alaka onu çözemedim. Süper değil mi?

You didn't read it wrong, it's really Sean Connery in 1974, in the set of the film "Murder on the Orient Express" in Istanbul. I didn't know about the sheep though. Isn't it a perfect find? I found it on the library (yes they exist still!) looking for resources for the project I'm working for and couldn't help to share it with you.

Trendy Blog Award'lu olmuşum ben



Minnoşum Edie'cik bana Trendy Blog Awards yollamış, ben de bu furyaya katıldım yani sonunda. Kendisini buradan minnoş minnoş öpücüklere boğuyorum, kokulu öpçük yolluyorum, böyle birşeyler işte. Şimdi ben de 10 kişiye verecekmişim bu ödülü, başlayalım ödülleri dağıtmaya o zaman:

-pisikopati
-deniz baran
-gaykedi
-illederoman
-made by ozlem akin
-porselen kertenkele
-çilekli pasta
-jwc
-ceren baykal
-emre varışlı

Şimdi sizin de 10 kişiyi seçmeniz, onları ödülden haberdar etmeniz, sayfanıza ödülle ilgili bir yazı yazmanız, bir de bana teşekkür etmeniz gerekiyormuş, "başıma dert aldım" demez sevinirsiniz umarım. Severek izlenmektesiniz!

Wednesday, June 16, 2010

Musical Wednesdays/Müzikli Çarşambalar- Garbage

Hiç bıkmadığım bir şarkı, biraz da rock dinleyelim bakalım... Bu aralar bu arada çok fazla yazı yazamayabilirim, yeni bir belgesel film ekibine girdim, ama akşamları az da olsa bir şeyler karalamaya çalışacağım:)

A song I never got bored of, so let's hear some rock... By the way I cannot write as frequent as before, because this week I started to work in a new documentary crew. But I'll try to write something at nights, so stay in touch!

Tuesday, June 15, 2010

I wanna do bad things with you...


Tahmin edersiniz ki, feci bir True Blood fanıyım, hem vampir dizisi olması yüzünden, hem de yönetmeninin taptığım Alan Ball olmasından (bkz. American Beauty, Six Feet Under, Towelhead!) Yeni sezon Pazar akşamı başladı, hem de şimdiye kadar ki en seksi bölümle. Eric'i çıplak görmemiz mi desek, Bill'le Sam'in (hayali de olsa) neredeyse öpüşme sahnesi mi desek, daha ne desek. Bence sussak ve izlesek.

As you may very well guess, I'm a big True Blood fan, both because it's a vampire series and because it's directed by my beloved Alan Ball (see American Beauty, Six Feet Under, Towelhead!). The new season started on Sunday night and it was the sexiest episode ever. Just to give a bit of spoilers, if you didn't see it, you missed a naked Eric and Bill and Sam's (imaginary) almost kissing scene, so what are you waiting for? Watch it dammit!





Bu sezon kitaba daha sadık kalacak gibi görünüyor/ This season seems to stay truer to the book, don't you think?

Monday, June 14, 2010

Yorulmuş Bacaklara Mucize Çözüm

Sizi bilmem ama ben yaz aylarında feci bir sorun yaşıyorum, şişmiş bacak ve ayaklar. Normalde blog'da ürün tanıtımı gibi birşey yapmyorum, ama bu mucizevi kremi keşfedince kendimi tutamadım.

Sözü geçen krem, Gratis'in bize özel olarak Almanya'da ürettiği "Franziskus Leinlotion" yani Franziskus bacak kremi. Franziskus da ne derseniz, kendisi çok saygı duyduğum bir kişi olup, bitkilerin ve hayvanların azizi olarak bilinen Aziz Fransis'tir. Krem de zaten bir sürü ottan oluşuyor, ökaliptus, jojoba yağı, çam,aloe vera. İlk sürdüğünüzde hoş bir serinlik veriyor, sonra bir yarım saat sonra bütün ağrılar diniyor, ayrıca cildi besleyip bebek poposu yumuşaklığına getiriyor...



Bana inanmıyorsanız denemesi de sadece bedava, çünkü krem 2 lira! Deneyin, duacım olursunuz.

Sinemalı Pazartesiler- Ezel Akay


Dün 20. kez 'Neredesin Firuze'yi izledim, o nasıl güzel bir filmdir ya, kostümler, müzikler, dünyanın en arabesk hikayesini bu kadar eğlenceli anlatabilmesi. Ama çoğu zaman ödüllere aday bile gösterilmiyor ve gişede de başarı yakalayamıyor. Sonra yine düşünmeye başladım, nedir bu Ezel Akay'ın Türk seyircisinden çektiği diye...

Bu ülkede değeri en az bilinen yönetmenlerden biridir bence Ezel Akay. Oysa, hem değişik konuları ele alış açısı, hem yarattığı sinemasal dünya nedeniyle çok takdir ettiğim yönetmendir, üstelik filmleri de çok keyifli ve eğlencelidir, kadroları ise Türkiye'de çoğu yönetmenin hayal bile edemeyeceği ünlülerle doludur.

O zaman neden sevilmez bu adam? Sorun klasik-ticari film ne de sanat filmi olmamasından kaynaklanıyor, filmlerinde para kazanmadan çok bir şey anlatmak derdi olduğu muhakkak, ama Türk entellerinin alıştığı gibi Fransız sinemasından etkilenen Nuri Bilge Ceylan filmleri çekmediği için, bu izleyici kitlesini de cezbedemiyor, yani iki arada bir derede  kalıyor. Bu tip entel sinefiller, Özcan Deniz'in hikayesini anlattığı bir filmi reddediyor, sıradan seyirci ise bu kadar renkli ve yapay bir filme alışamıyor. Çoğu eğlencelik filmler çektiğini düşünüyor, ama ben buna katılmıyorum.

Bir kere Ezop olarak farklı bir anlatım tarzı yaratmayı deniyor ve kendi tarzını yaratıyor. Üstelik bu yapay ve hayali dünya yaratma istediği Türkiye'de daha hiç yapılmamış bir şey, aslında bir anlamda Ezel Akay'a Türkiye'nin Tim Burton'ı diyebiliriz.


İlk filmi 'Neredesin Firuze', Özcan Deniz'in hayat hikayesine komik bir bakış. Türkiye'deki müzik dünyasını pastel renklerde anlatan bu filmde Türkiye'de oyuncu namına kim varsa mevcut; Özcan Deniz, Haluk Bilginer, Cem Özer, Ragıp Savaş, Demet Akbağ, Ruhi Sarı, Şebnem Dönmez, Ahu Türkpençe, Hamdi Alkan, Zeynep Erolat, Janset... Filmin en önemli özelliği ise, arabesk müzikleri pop, pop müzikleri arabesk olarak arnaje eden ve çok geniş bir yelpazeye sahip müzikleri. Ben şahsen Özcan Deniz'in ne kadar iyi bir sesi olduğunu bu filmde öğrendim, keşke şu adam abuk subuk şeyler söylemeyi bıraksa da yola gelse. Hele bir 'Ahirim Sensin' vardır ki, beni benden alır, dinlemediyseniz dinleyin!


Filmde ayrıca geçiş bölümleri olarak Müslüm Gürses, Emre Altuğ, Özlem Tekin, Işın Karaca gibi isimlerin değişik şarkılara kendi yorumları kullanılmış, Müslüm Gürses 'Sensiz Olmaz' söylüyor mesela, bu da filmi daha bir müzik sektörüne ait yapıyor.

Hikaye Özcan Deniz'in hikayesi, ama olaylar tabii Ezop'un yorumuyla biraz gerçekten uzaklaşmış, mesela Firuze'nin film sonunda ortaya çıkan sırrı gerçek değil, aslında Özcan Deniz Firuze'ye ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememiş.


Şarkılarını söyleyemediğim için sinemada izlediğime pişman olduğum, her televizyonda gösterildiğinde izlediğim, ayrıca DVD ve soundtrack albümüne sahip olduğum bu film neden hak ettiği yere konmaz aklım ermiyor.


Ezel Akay'ın ikinci filmi 'Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü' idi, bu film daha eğlencelik olsa da, yine Hacivat-Karagöz hikayesine getirdiği ilginç yorum ve Haluk Bilginer-Beyaz ikilisi filmi değişik kılan özellikler. Kadro yine dolu: Haluk Bilginer, Beyaz, Şebnem Dönmez,  Güven Kıraç, Ayşen Gruda, Ragıp Savaş... Bu filmin en sevdiğim yanı yine Ezop'un yarattığı dünya ve espirilerin kalitesi. 'Neredesin Firuze' kadar kalbimde yer etmedi, ama yine "masal anlatma" tarzıyla iyi bir filmdi. Kader o ki, bu film de hiçbir ödüle aday bile gösterilmedi.


Son film de '7 Kocalı Hürmüz', zaten herkesin çok sevdiğini tahmin ettiğim müzikal/filmin Ezop'cası, bu film Ezel Akay'ın gişede en büyük hayal kırıklığı yaratılan filmi oldu sanırım. Oyuncu kadrosu her zamanki gibi: Nurgül Yeşilçay, Memet Ali Alabora, Haluk Bilginer, Gülse Birsel, Cengiz Küçükayvaz, Erkan Can, Sarp Apak, Betül Arım...   Bu filmi gerçekten çok sevdim, müzikleri yine çok güzeldi, kıyafet tasarımı inanılmazdı, set daha da bir Burton'variydi, danslar süperdi, Nurgül Yeşilçay'ı da Gülse Birsel'i de sevmememe rağmen, bu filmde onları bile sevdim, çok ama çok eğlendim. Nurgül Yeşilçay Ayten Göçer kadar iyi olabilir mi derseniz, o kadar iyi olamaz belki ama, bu filmde çok farklı bir Hürmüz var, dolayısıyla başta aklımda böyle bir soru işareti olsa da, filmi izlerken bu düşünceyi unuttum doğrusu.


Uzun lafın kısası Ezop'u sevelim, ayıp etmeyelim!

Wishlist

Bu hafta haftanın izlenimi yazısı yerine, istekler yazısı var, çünkü itiraf etmeliyim ki, bu haftanın tek kelimelik özeti "alışveriş" oldu, alışveriş, alışveriş, alışveriş.... Öncelikle içimdeki alışveriş canavarını internetten şöyle bir bakınarak yatıştırmaya çalıştım, ama imkansızdı tabii, Perşembe kendimi Mango indirimine attım. Vee, sonbahardan beri aşık olduğum nar çiçeği renkli yarı ceket/cepkenin fiyatının %75 (evet yanlış duymadınız!) düştüğünü fark ettim, tabii ki nar çiçeği benim oldu. Sonra Cumartesi uzun bir arayıştan sonra (yaklaşık 1 ay) hayalimdeki sandaleti buldum. Hafif topuklu, sade, ince bantlı, el yapımı, en güzeli de ortopedik, muhteşem!

This week, instead of writing my weekly impressions, I'll write my wishlist, because to tell you the truth, this week can be summarized by one word; shopping, shopping, shopping, shopping... First I tried to calm the shopaholic inside me by surfing online, but of course it didn't help, just quite the opposite in fact. Then on Thursday I found myself at Mango's sale. Aaaand, I had my eyes on a grenadine-red demi-jacket since the beginning of the year, but it was too expensive and guess what, it was 75% off:))) So now grenadine-red is mine mine mine! And then yesterday, after searching for a month, I found the perfect sandals. It's simple and chic, with mid-height heels, thin bands, hand-made and what the best is, it is ortophedic. Gorgeous!

Ee, daha ne isteyeyim değil mi? Maalesef değil, işte istek listem:

Well, you can say, so what can you ask more, right? I'm afraid the list doesn't end there:

1. Açılabilen uzun madalyonlar/ Vintage locket necklaces:






2. Daha çok maxi elbise: Altta gördüğünüz elbiseyi de yeni almış olabilirim, ama gözüm doymadı. Mümkünse bir de çiçekli ve dantelli olsun tabii:))

More maxi dresses: Ok, I just got the dress you see below last month, but it wasn't enough for me. I need more, floral and with lace please:)))




I ♥ this dress!




3. Yüksek belli pantalon/ High-waisted pants:




İşte ilham kaynağım/ Here is the inspiration

4. Plise etekler/ Plaided skirts:




5. Topuklu Oxford ayakkabı, özellikle Seychelles'inki!!!! Daha önce burada da yazmıştım, hala Türkiye'de istediğim gibi bir Oxford bulamadım, ama aramaya devam:(

 Oxford heels, especially from Seychelles!!!! I wrote here before, but I cannot find a good-one just yet. But I won't give up!

İlk ikisi Seychelles/ The first two-ones from Seychelles

Friday, June 11, 2010

Photography Fridays/Fotoğraflı Cumalar-Dance Photos, Barbara Morgan

Barbara Morgan hakkında çok şey söylemeye gerek yok, 1990 doğumlu Amerikalı fotoğrafçı, en çok dans fotoğraflarıyla tanınır, ama bunun yanında eğitimini aldığı ressamlığı da sürdürür. Şimdi ben susayım, fotoğraflar konuşsun:

There is no need to say much about Barbara Morgan, American photographer born in 1900 is mostly known by her dancer photographs, but she is also a painter. Now it's time for me to shut up and for the photos to tell the story:



Barbara Morgan, Martha Graham: Letter to the World 


Barbara Morgan, Dancer Martha Graham, Lamentation

Barbara Morgan, dancer Martha Graham, Satyric Festive Song

 Barbara Morgan, Dancer Anna Sokolow, Exile


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails