Sunday, May 2, 2010

Ve Durgun Akardı Don ya da Kardeş Kardeşi Öldürür mü?/ And Quiet Flows the Don or Does Brother Kill



Şolohov'un 'Ve Durgun Akardı Don'unu bu iki cümle özetleyebilir benim için, savaşın tüm hararetine rağmen durgun akmak ve kardeşin kardeşi öldürmesi...

Sholokhov's 'And Quiet Flows the Don' can be summarized in these two phrases for me, to flow quietly despise all the action of the war and brother killing brother...


'Ve Durgun Akardı Don', 1. Dünya Savaşı, onun hemen sonrasında çıkan Bolşevik Ayaklanması, ona karşı koymaya çalışan Çarlık yanlısı Beyazlar, ve en çok da bütün bunların arasında oradan buraya savrulan Kazakların hikayesi. Kazakları biraz da bizim tımarlı sipahilere benzetiyorum, barış zamanı köy ve kazalarda günlük yaşamlarını devam ettirirken, savaş çıkınca istisnasız hepsi savaşa sürülüyor. Kazaklar da yıllarca her türlü ayaklanmayı bastırmak ve savaşlara katılmak için kullanılmışlar. Kısacası Rusya tüm pis işleri Kazaklara gördürmüş.

'And Quiet Flows the Don' tells the story of World War I, the Bolshevik Revolution, the Tsarists who fight against them and most importantly the Cossacks who are dragged along from side to side. The Cossacks are the farmer/soldier community in the Southern Russia and they were used in every battle and uprise on the front row. 

Bunun etkilerini daha savaş başlamadan, Kazakların günlük hayatının anlatıldığı 1. ciltte görmeye başlıyoruz. Birbirleriyle ilişkileri hep haşin, erkeklerinki savaştan, kadınların da erkeklerle savaşmaktan. Aslında bizim köylülerden çok farkları yok, sadece kadınların elleri biraz daha sopalı. Şaşırtıcı farklardan biriyse Aksinya'nın hikayesinde gizli. Aksinya'ya babası tecavüz ediyor, bunu öğrenen abisi ve annesi, babayı öldürüyorlar, yani bizdeki namus kavramı mevcut, ancak onlar asıl suçluyu öldürürken biz kurbanı öldürüyoruz.

We can see the effects of this in the first volume, even before the war starts. Their relationship with each other is always harsh, men's because of the war, women's because of their war with the men.

İlk ciltte Don oldukça hızlı akıyor, çalkantılı bir aşk hikayesi eşliğinde Kazaklarla tanışıyoruz, derken savaş çıkıyor ve ikinci ciltle birlikte sular bulanmaya başlıyor. İkinci ve üçüncü cildin neredeyse tamamı savaşla ilgili, dolayısıyla benim gibi savaş hakkında okuyamayan biri için çok ağır, hatta tersine akıyor. Ama bu ağırlık ve onun okuyucu üstünde yarattığı rehavet, tam da savaşın hissettirdiği şey aslında. Yedi yıl sürüyor, dile kolay, yedi yılın her günü birini öldürüyor ve her gün ölümle burun buruna geliyorsunuz.

The Don flows very fast in the first volume, we meet with the Cossacks with a tumultuous love affair, then comes the war and with the second volume, Don's water becomes dark. Almost all of the second and third volume is about the war, so it's very hard to read for a person like me who cannot read about wars very long, I can say that it almost flows backwards. But this slowness and the languor it creates on the readers is just what a war does. It continues for seven years, you kill people everyday for seven years and comes close to being killed.

Baş kahramanımız Gregor, kitabın neredeyse tamamında onu izliyoruz (en azından onunla iletişimde bir kişinin hikayesini) onun savaşta olduğu 2. ve 3. ciltte biz de onunla birlikte savaştayız, o ailesini ziyaret ettiğinde biz de köye dair haberleri alıyoruz. Hatta bu haberler için kitabın dedikodu yerleri diyebiliriz. Gregor özel bir karakter, çok gözüpek bir Kazak ve savaşçı. Savaş dışındaysa ne yapacağı belirsiz uçarı biri. Savaşta bir Kızılların, bir Beyazların, bir Kazakların yanında oradan oraya sürüklenmesi ne kadar kolaysa, hayatındaki iki kadın arasında gidip gelmesi de o kadar kolay. Kitabın en değişken karakteri Gregor, onun Don'unun ne yöne akacağı hiç belli olmuyor, yeter ki nerede olursa olsun en ön sırada olsun. Gregor'un en önemli özelliği de idealist biri olması, herkes yağma yaparken o yağmalara asla karışmıyor, tutsak öldürmüyor...

Our protagonist is Grigori Melekhov, almost the entire novel follows him (at least follows someone related to him in some relation) it follows the war in the second and third volumes, and it visits his family when he visits his family. I can even call these passages at the village as gossip. It is usually the only entertaining part of the novel. Grigori is a special character, a very brave Cossack and fighter. Besides the war, he is quite shifty and frivolous. As easy as he changing sides from the Reds to the Tcharists and then to the Cossacks, he changes his mind between two women in his life. Grigori is the most unstable character of the book, it's quite uncertain where his Don will flow, as long as he is in the front line and in charge. Grigori's most important specialty is his idealism, when in the war where everyone pillages, he stay out of every pillage and he doesn't kill any captives...

Kardeşin kardeşi öldürmesi dedim ya, Kazakların başına gelen tam olarak bu, Kızıllarla Beyazlar Kazakları aralarında paylaşmış gibiler, yarısı orada, yarısı diğer tarafta ve tabii ki birbirlerinin gözünü oyuyorlar. Şolohov'un savaşa dair vermek istediği mesaj da bu, hem savaşın anlamsızlığı, hem de daha genel olarak bütün fikir savaşlarında, bir heyecanla o ideolojiye katılan çoğu kişinin saman alevi gibi olduğu, ve anında saf değiştirebileceği. Şolohov'un da dediği gibi, halk başında olanın kim olduğuna aldırmaz, sadece başında birinin olmasını ister.

Brother killing his brother is just what the Cossacks are faced with.  It is like the Reds and the Tcharists (Whites) divided Cossacks between them, half of them are with Reds, the other half with the Whites and they kill each other. This is the message Sholokhov wants to give about the war, both the ineptness of the war and more generally how easily the followers of an ideology can shift sides. Like Sholokhov says, the public doesn't care who he has as leader, as long a they have one.

Savaşın insanı nasıl insanlıktan çıkardığını da çok iyi veriyor Şolohov. Gregor savaştan dönüp çocuklarını gördüğünde onlara karşı hiçbir şey hissedemiyor, ancak bir süre sonra çocuklar onun kabuğunu kırabiliyor. Tam tersine Mişa Koleşov, kendi köylüsünü hiç acımadan yakıp öldüren bir adam, bakışları buz gibi. Ama Gregor'un oğluna bakarken gözleri yumuşuyor, yüzü gülmeye başlıyor. Kitaptaki ana iki tema da bu, aile ve savaş. Savaş aileleri ayırıyor, fertlerini öldürüyor ve aslında aile kurumunu yok ediyor.

Sholokhov also describe how with war people lost their humanitarian side. When Grigori goes homes from the front, he doesn't feel anything for his children. It takes some time for the children to break his shell. Quite contrarily, Koshevoy who kills people from his village without a shred of guilt, has softer eyes when he looks at Grigori's son. It is the two main theme in the book; family and the war. The war separates families, kills family members and is in fact destroy the family as a constitution. 

Melekof ailesinin kitap için önemi kuşkusuz çok büyük. Savaş bu birbirine bağlı aileyi yıkıyor, önce kardeşleri ayrı saflara düşürüyor, sonra aile fertlerinin hemen hepsini ellerinden alıyor. Savaştan önceki güçlü Melekof ailesi, savaş sonunda bir yıkıntı haline geliyor. Anne İlyinişya'nın yaşlılığındaki yalnızlığı ise kitabın beni en çok etkileyen yeri.

Melekhov family is an important part of the novel. The war destroys this bonded family, first it separates the two brother in different sides, then kills family members. The strong Melekhov family before the war is a ruin after it. The loneliness of the mother İljinicna in her old age is the part that affects me most in the novel. 

Şolohov, hiçbir gerçeği gizlemeden, ve bence hiçbir tarafı kayırmadan bütün gerçekliğiyle anlatıyor savaşı. Kitabı bu kadar önemli yapan da işte bu gerçekçilik. Bir de özellikle kullandığı koku betimlemeleri beni çok etkiliyor ve bana çok özgün geliyor. Köylülerin ter kokusu, ve daha önemlisi askerlerin burnuna topraklarından gelen 'sıla' kokusu, kitabın sürekli kullandığı motifler. Pelinotu nasıl kokuyor bilmiyorum, ama artık Rusya denince aklıma ilk onun geleceği kesin.

Sholokhov tells the war in all it's true nature, without any censure or without protecting one side. This realism is the strongest asset of the book. And especially his description of the odors fascinate me in his style and I find it very original. The odor of the peasants sweat and the odor of their 'homeland' is the motives that the author constantly uses. I don't know how absinthe smells like, but I will think of Russia whenever I smell one, I'm sure.

Bahsetmek istediğim son nokta Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı. Benzerliği nedeniyle elimde olmadan kitabı okurken sürekli ikisini karşılaştırdım. Savaş ve Barış, Savaş Sanatı denen şeyin müthiş bir tanımlaması, bunu da şehirde yani savaştaki aşk ilişkileriyle tamamlıyor. Şolohov'un savaşının ise sanatlık hiçbir yanı yok, hoyrat ve kaba bir şey Durgun Akardı Don'daki savaş. Aşk bu kitapta da var kuşkusuz, ama savaşı gölgelemiyor, hatta savaş yüzünden var olması bile oldukça zor. Şöyle özetleyebilirim, Savaş ve Barış bir roman, Ve Durgun Akardı Don ise kitabın arkasında da dendiği gibi belgesel kitaba ya da kurmaca olmayan kitaba yakın bir gerçeklikte. Benim tercihim Ve Durgun Akardı Don'dan yana açıkçası.

The last think I want to talk about is Tolstoy's 'War and Peace'. Because of the fact that both tells the story of a Russian war, I always compare them in my mind when I read this book. War and Peace is the perfect definition of the art of war, and it's completed with the love affairs of the city, hence the peace. Sholokhov's war on the other hand, has nothing to do with art, it's vulgar and harsh. The book also has love in it, but it doesn't overshadow the war, in fact love becomes almost impossible because of the war. I can summarize it like this, War and Peace is a novel, And Quiet Flows the Don, on the other hand, is almost like a documentary book or a non-fiction book. My choice is And Quiet Flows the Don, to tell you the truth.

Kitap üstüne daha yazılabilecek çok şey var, ama özetlemek gerekirse, nasıl akarsa aksın, bu nehir romanın hedefine doğru aktığını söyleyebilirim. Savaş hakkında okumakta zorlanıyorum, Bolşevik Ayaklanması bana çok uzak bir savaş, daha önce tek bildiğim şey 1. Dünya Savaşı'nda ayaklanma çıkınca Ruslar'ın savaştan çekilmesi, Rus haritası hakkında hiçbir fikrim yok, yer isimleri tamamen bana yabancı, Rusça isimlerin kısaltmaları adın kendisinden daha uzun, kısacası kitap okurken beni zorladı, ama 4. cilt bitip çember tamamlanınca, beni ne kadar etkilediğini anladım. Bizim tarihimiz üstüne de böyle bir nehir roman olsa, ama ne bizi öven, ne düşmanları yeren, milliyetçilikten uzak bir kitap, ne iyi olurdu, değil mi?

There is so much more to tell about the book, but to summarize it, no matter how it flows, this novel flows to its target. It is hard for me to read abotu war, I don't know much about the Bolshevik Uprise, I have no idea about the Russian map, the names of the places has no meaning for me, and as for all Russian novels, the short version of character names are sometimes longer than the original-one(!), so the book was hard to read for me at times, but when the fourth volume finished and the circle closes, I understood how much it affected me. In short, this book is surely deserved his Nobel Prize.

No comments:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails